Medeni Ayhan : AKP’NİN ORDUNUN İKTİDARINA TESLİMİYETİ Mİ, ORDUYU İKTİDARDAN İNDİRMESİ Mİ ?
AKP’NİN ORDUNUN İKTİDARINA TESLİMİYETİ Mİ, ORDUYU İKTİDARDAN İNDİRMESİ Mİ ?
Medeni AYHAN, 17. 07. 2006 - Türk siyasal sistemi bugün dahi tek partilidir. Türk devletinin tek partisi ordudur. Siyasal parti olarak sistem içerisinde kurulmuş olanlar ise, ordu partisinin komisyonları ya da kadın veya gençlik kolları gibi düşünülmelidir. Şeklen de olsa çok partili sisteme geçiş, 1949 da Nato ve Avrupa Konseyi gibi uluslar arası kuruluşlara geçiş için Batının baskı ve istemleri çerçevesinde verilmiş bir tavizdir. Devlet ve resmi ideolojisinin totaliter yapısı ve değişim ile dönüşüm dinamiği olan kitleleri yönlendiren yada yönlendirmesi gereken ve kendilerini devrimci – sosyalist olarak nitelendiren akımlarında Ordu ve Kemalizimle ilişkili bir solculuk olması gelişim ve dönüşüm yada alt üst oluş açısından iç dinamiklerin hiçleşmesine, buna karşı dış dinamiklerin yani dış baskılardan medet duyulmasına yol açmaktadır.
Çünkü Türk devletinin bütün tarihinde; değişim ve dönüşümler,daha çok şeklide ortaya çıkmış olsa da, iç dinamiklerden öte, dış dinamiklerin belirleyiciliği gibi bir talihsizlik açıkça görülmektedir. Bu ” Türkiye sosyalist hareketinin”, kendi devleti, ordusu ve resimi ideoloji Kemalizim ile kesin kopuş sağlamamasından ve bunların uşağı olmasından kaynaklanmaktadır. Türk devletinin gerek uluslararası politikasının belirlenmesinde, gerekse devletin egemenlik alanı içerisinde önemli hususların karar altına alınmasında, belirleyici olan ordu ve bu orduya itaat eden üst düzey bürokrasidir. Bu çerçevede ordu ve üst düzey bürokrasi; en önemli siyasi ve ekonomik hususları karara bağlayıp,konsept ve çizgiye dönüştürerek, her dönemin hükümeti önüne uyulmak ve uygulamak üzere koymaktadır. Özü itibariyle T.C.’nin kuruluşundan bu yana, daha doğru bir değişle Türkiye’nin kendisi ve devamı olduğu Osmanlı İmparatorluğu’nda, bugünkü Kemalizm olan İttihat - i Terakki’ciliğin iktidara gelip hükümet oluşundan bu yana, Türk siyasal sistemi tek partilidir. Ordunun, temel hususlarda kendisine tümden itaat eden üst düzey bürokratlarla birlikte oluşturduğu ideolojik , politik , ekonomik konseptti, çok kısmi noktalarda dahi uygulamamaya yönelen her hükümet, darbe görmüştür,darbe görecektir. Bu darbelerin bir kısmı askeri şekilde, bir kısmı da tehdit ve bunalımlarla,medyanın kullanımına dayanan psikolojik savaşla yapılmakta, şeklen de olsa hükümet gözüken parti veya partilerin iktidarı bırakmasıyla sonuçlandırılmaktadır. Sabah Gurubunun sahibi Dinç Bilginin,Nazlı Ilıcak ın programında yaptığı açıklamalar, Medyanın Andıç olayında ve benzeri olaylarda,yalan yanlış bilgilerle nasıl yönlendirildiğini ve basının kullanılım şeklini göstermektedir. Sonuç itibariyle Türk siyasal sistemi tek partilidir. Türk siyasal sisteminin tek partisi ordudur. Bugüne kadar çok kısma noktalarda dahi orduya nazaran farklılığını ortaya koyan ve kısmen dahi irade olabileceğini düşünerek irade arayışına yönelen her hükümet ise belirttiğimiz gibi indirilmiştir. İndirmenin türleri çeşitlidir.
2002 seçimlerinde, AKP’nin rakiplerine açık ara fark atarak, anayasayı tek başına değiştirme ve istediği kanunu çıkarma yeterliliğine sahip milletvekili sayısına ulaşması nedeniyle, kısmi de olsa ; ”İrade olurum veya iradeyi paylaşırım.” eğilimine kapılmasına yol açtığı anlaşılmaktadır. Bu eğilim ordu, üst düzey Kemalist bürokrasi ile AKP arasındaki temel çelişkiyi oluşturur. Çelişki AKP - liberaller - özel sermaye ile gerici Kemalist statükonun ve ideolojinin en üst düzeydeki ve en katı savunucusu olan ordu ile orduya itaat eden üst düzey bürokrasideki bazı bireyler ve kamu sektörlerinden kişisel açıdan yararlananlar arasındadır.
Bizim ideolojik politik bakış açımız çerçevesinde bakıldığında; AKP ile diğer sistem içi bütün partiler de gericidir. Ancak ordu ve diğer partiler yanında, AKP’nin gericiliğini ölçtüğümüzde ise,hiç kuşkusuz diğer partiler ve ordu çok daha gerici bir ideolojik politik çizgi olan Kemalizm’in ve İttihat’çılığın savunucusudur, yani daha gericidirler. AKP’nin , askerin iktidarı yerine, iktidar arayışını cesaretli bir çerçeveye yükseltiğinde, bunun konjöktürel de olsa ilerici bir rol oynayacağı kesindir. Mevcut çatışmayı burjuvazinin kendi arasındaki iç çatışması olarak düşünmelidir. Mevcut koşullarda, Türkiye’de burjuva demokrasisi dahi bulunmamaktadır. Burjuva demokrasisinin dahi bulunmamasının ve liberal burjuva ülkelere, ya da sosyal demokrasiyi oturtmuş burjuva ülkelere nazaran, Türkiye’nin 100 yıl geride olması, siyasal sistemin kaskatı ve statükocu olması, faşist bir resmi ideolojinin hala iktidarda bulunması, ordunun devlet yönetimindeki belirleyiciliğiyle ilişkilidir. İstisnasız bütün burjuva ülkeleri de ordu iktidar ve hükümeti oluşturan gücün talimatı altında iken ve değişen koşullara göre hükümetler reformlar yapabilirken, sadece Türkiye’de ordunun belirleyici ve talimat verici noktada bulunması, sistemin kendi içerisinde bile göreceli bir gelişme göstermesine engel olmaktadır.
Bu anlamda pratik olarak ordunun hükümetin talimatlarına bağlanır bir kurum durumuna getirilmesi, yani iktidardan indirilmesi; belirli ölçülerde siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişimin önünü açmada kısmen de olsa bir etkiye yol açar. Bir ölçüde de olsa, ordunun, yapılamayacak eylemleri, hiçbir ölçüye uymadan Özel Kuvvetler Komutanlığı, Özel Harp Dairesi ve Kontrgerilla aracılığıyla şu veya bu coğrafyada yaptırabilmesinin koşulları daralmış olur.
Türk siyasal sisteminin tek partisi ve gerçek hükümeti olan orduya karşı, ilk kez Refah Partisi Genel Başkanı ve koalisyondan oluşan hükümetin başbakanı Necmettin Erbakan , belirlenen genel konsepti kabul etmekle birlikte, çok kısmi noktalarda irade olmaya çalıştığından, iktidardan indirildi.
Bu dönemde AKP, devletin tek partisi ve gerçek hükümet olan orduya karşı ; “Ben de partiyim.” demeye çalışmaktadır. AKP bunu ürkek bir sesle söylemekle birlikte, büyük bir tepkiyle üzerine gidildiğinden ve teemmüle uyması istendiğinden ortaya çatışmalı bir durum çıkmaktadır.
Bu durumda olası sonuçlar şu şekilde olacaktır :
Birincisi , basın yayın araçları harekete geçirilerek, çeşitli olaylarla kamuoyu tepkisi örgütlendirilerek ; “Vatan elden gidiyor.” safsatası çerçevesinde, faşizm ideolojisinin ve kültürünün argümanları daha da güncelleştirilerek, AKP’nin havluyu atıp, seçimler sonrasında ya bir koalisyon hükümetine iktidarı devretmesi ya da mevcut sistem ve teemmüllere kayıtsız uyması koşulu ile iktidara devam etmesi sağlanacaktır. Bu da AKP’nin tümden teslim olmasını gerektirir. Yüksekova çetesi ortaya çıkarıldığında, mensuplarının ordu elemanı idi. Susurluk çetesi bir kaza neticesinde deşifre olduğunda, içlerinde katillerle birlikte güvenlik görevlileri de çıktı. Sauna Çetesi ortaya çıktığında, ordu kökenli kişilerden oluştuğu görüldü.
Öte yandan Şemdinli’de Kürtlere yönelik imha eylemlerinden birini gerçekleştirmek üzere giden birkaç ordu elemanının halkımız tarafından yakalanıp deşifre edilmesinden sonra, üst düzeyli bir general gazetelere verdiği demeçlerde; “İyi çocuktur.” Diyerek, çocuğun kendince algılanan niteliğini yansıttı. Bu olaylar neticesinde uluslar arası alanda Türk hükümetinin baskı ablukasına maruz kalması sonrasında, Danıştay olayı da gerçekleşti.
Danıştay olayını gerçekleştiren şahıslardan, tetikçi olup tutuklanan kişi, verdiği her demeçte; Türk devletine, bayrağına ve milliyetçiliğine ne kadar bağlı olduğunu büyük bir inançla ortaya koymaktadır. Kız kardeşinin olay günü alınan beyanatından da saldırgan sahsın Türkçü olduğu ve dincilikle bir ilgisinin olmadığı ortaya çıkmaktaydı. Sonuç itibariyle bu şahsın dinsel bir anlayış ve çizgiye sahip olmadığı her açıdan görülebilmektedir. AKP’nin bazı karar ve işlemlerinin Danıştay’ca iptal edilip engellenmesi ve buna karşı, AKP Genel Başkanı ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın eleştirilerde bulunması ise, faillerce, bu hükümete yönelik oynanacak oyunun koşulları açısından değerlendirilmiş gibidir. Bu nedenle, özellikle türban konusunda karar alan Danıştay üyelerine kurşun sıkılarak, AKP üzerine yıkılmak istendi. Bu tür bir görüntünün ortaya çıkarıldığı ve çıkarılmak istendiği açıkça görüldü.
Bu nedenle, olay sonrasında oklar AKP’ye yöneltilerek; milliyetçi, ırkçı ve faşist kesimler tepki göstermeye ve eylem yapmaya çağırıldı. Kocatepe Cami’sinde yapılan namaz ise, cenaze namazından çıkarılıp AKP’yi teşhir ve kınama mitingine dönüştürülmek istendi. AKP’yi teşhir ve kınama yeri olarak bir caminin seçilmesi, ya da cenaze namazının ve diğer eylemlerin bu niteliğe kavuşturulmak istenmesi, bu çerçevede basının kullanılması, kamuoyunun yanlış yönlendirilerek duygusal ve tepkisel bir ortam yaratılmak istenmesinin önemli bir hedefi vardı.
Hedef şuydu; ”AKP camilerden en büyük oy oranıyla meclise girdi, camiden çıkarıp atıyoruz, meclisten de indiriyoruz.” mesajını vermekti. Yani camiden giren, camiden indiriliyor görüntüsü ve mesajı verilerek bunun pratik sonucuna varılmak istendi.. Üst düzey bir asker, bu tür sivil eylemlerin ve mitinglerin devam etmesi için çağrıda bulundu.
AKP Genel başkanı Tayip Erdoğan ise, bunu hemen yanıtlayarak ; “Sorumlu davranmak gerekir. Ortamı daha da gerecek açıklamalardan kaçınmak lazım.” demekteydi. Sonuç itibariyle, ilk raundu AKP kazanmış gözükmektedir. AKP’ye karşı oynana oyun boşa çıkmış, AKP’nin lehine dönmüş durumdadır. Bir başka karşılaşma gerekebilecektir.
AKP başka karşılaşmalar yapmamak ve tümden teslim olmak ya da tasfiye olmamak ve tersine iktidar olabilmek için; Jitem veya kontrgerilla adıyla kamuoyunda bilinen ancak resmen reddedilen gizli ve yasa dışı devlet birimlerinin ortaya çıkarılıp dağıtılması ve bu birimlerde suç işleyenlerin ceza mahkemelerinde yargılanması sürecini başlatılması gerekmektedir. Bunun yanında, ordunun seçilen hükümetlerin emir ve görüşlerine tabi bir konuma indirilmesi gerekmektedir. Bunun hem pratik, hemde yasal çerçevede sağlanması gerekmektedir. Türkiye nin kuruluşundan bu yana pratik açıdan tek başına hükümet olan Ordunun, 12 Eylül Darbesinin ürünü olan Anayasa ve Milli Güvenlik Kurulunun oluşturulmasıyla pratik iktidarını yasal güvenceye bağladığı açıkça görülmektedir. Türklerin tarihinde ordu gücüne rağmen hükümet olan bir parti olmayı başarabilmek için; ulusal ve uluslar arası konjüktür fazlasıyla uygun durumdadır.
AKP buna yönelmediğinde ve iktidar olma eğilimini açık ve kararlılıkla ortaya koymadığında, diğer bir değişle ürkekliğini aşmadığına ise; ya teslim olma ya da var olan konumdan da tasfiye olma durumlarıyla karşı karşıya kalacaktır. Bu durum başka oyunlarla sağlanacaktır.
İkincisi; Kemalizm ve diğer bir değişle İttihat’çılık, psikolojik savaş aygıtlarıyla sonuç almadığında ise, AKP’nin bölünmesi diğer bir yol olarak kullanılacaktır. Bazı milletvekilleri aracılığıyla bir kanat yaratma sürecini başlattıkları görülmektedir. Bu kanat henüz zayıf olduğundan, şimdilik düğmeye basılmamakta ya da basılamamaktadır. Bu kanadın başına genel başkan yardımcılarından birisinin geçirilmek istendiği kesindir. Tayip Erdoğan, Abdullah Gül, ve Bülent Arınç ise birlikte hareket edecektir. Tayip Erdoğan ve Bülent Arınç’tan biri, AKP’nin cumhurbaşkanı adayı ve sonuç itibariyle cumhurbaşkanı olacaktır. Ordu ve ordunun talimatlarına itaat eden üst düzey bürokrasi, özellikle bu iki ismi istememektedir. Ordu, kendi çizgisine paralel olarak CHP, DSP, MHP, İşçi Partisi vs gibi partilere bu hususta sivil siyaset yaptırmaktadır. Tayip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması durumunda, Abdullah Gül AKP’nin başbakanlık koltuğuna oturtacağı kişidir. Bülent Arınç’ın cumhurbaşkanı yapılması halinde ise, bugünkü başbakan ve iç işleri bakanı değişmeyecektir. AKP’nin bugünkü durumdaki oyları, iktidardaki yıpranma payına rağmen düşmemiş, artmıştır. AKP oylarının % 40 civarında çıkacağı kanısındayım.
İttihat’çı ve diğer bir değişle Kemalist ordu ve bürokrasi, hem bu oy yükselişinden, hem AKP’nin mecliste yapılacak bir oylamayla cumhurbaşkanlığı makamını da almasından ve daha sonra ; “Ben de partiyim. Ben de iradeyim, yönetmek isterim.” eğiliminin de güçlenmesinde çekinmektedir. Bu eğilimin güçlenmemesi ve ordu iktidarının devamı için, genelde dahi AKP içinde herhangi bir cumhurbaşkanı adayı istenmemektedir. Ancak AKP’li birinin cumhurbaşkanı olması halinde, özellikle Tayip Erdoğan ve Bülent Arınç gibi birilerinin olması istenmemektedir. Ordunun ve üst düzey bürokrasinin İttihat’çı ve diğer bir değişle Kemalist konseptine uyum sağlayabilecek ve ordunun teemmüllerine uyacak bir AKP’li ise sindirilebilecektir. Sonuç itibariyle cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştıkça, çelişki bir daha güncelleşecektir. AKP’ye yönelik yapılacak vuruşlardan bir diğeri ise, bölünmesini sağlayarak etkisizleştirme ve bölünme sonrasında bir kanadın ordunun bütün teemmüllerini kabullenen parti veya partilerle koalisyonunu sağlama olabilecektir.
Üçüncüsü ise; Tayip Erdoğan ve hatta Bülent Arınç’a yönelik yapılabilecek bir imha olayı da son ihtimal dahilindedir. AKP bölünmeyle etkisizleştirilip çarkın içerisine veya dışına atılmadığında, imha ve sindirme oyununun oynanması son olarak başvurulacak ihtimal olabilecektir. Türk egemenlik sistemi, tasfiyeci ve komplocu ve katliamcıdır.
Türk egemenlik sistemi; kendi unsurlarının çizgiden tümden veya kısmen çıktığını algıladığı anda dahi tasfiye eder. Osmanlı, Bizans’taki komplolar ve Arap halifelerinin her birinin kendi kardeşini öldürerek iktidar olması ile yayılması ve yayılamadığında dahi statükonun korunması üzerine şekillenmiştir. Osmanlı Devleti, ekonomik altyapı anlamında Bizans’ın, ideolojik politik kültürel ve geleneksel anlamda ise Arap halife kültürünün bir karması ve devamıdır. At sırtında bir topluluk olarak bu topraklara gelen Türklerin kendileriyle birlikte getirdikleri bir üretim şekli ,üretim kültürü ve devlet modeli yoktur. İslam Alevilik Hiristyanlık gibi dinlerle de bu topraklara geldikten sonra tanışmışlardır. Ortaçağ Feodal toplumunun ideoloji ve hukuku ile geleneği de din kaynaklıdır. Türkiye, dağılan Osmanlı’dan arta kalandır ve arta kalan üzerinde devlet çarkı aracılığıyla, imha, red, inkar ve sûniliklerle Türkik bir millet oluşturma projesidir. Türkiye özü itibariyle Türkçü-Sabataycı-Masonik bir devlet kuruluşu ve yapılanmasıdır.
Erdoğan’a yönelik fiziksel bir tasfiye eyleminin dahi olabileceğini yazmamız, tuhaf görülmemelidir. Örnekleri boldur. İktidar ve devletin bekası için Osmanlı Devleti’nde her hükümdarın kardeşlerini tasfiye ederek hükümdar olabildiği bilinmektedir. Hükümdar dan sonraki en üst düzey yetkilere sahip kişilerin ise, devlet dışında bir bağlılıklarının olmaması için anne, baba ve soyundan koparılıp Osmanlı sarayına alınan ve saray eğitimi ile büyütülen çocuklardan seçildiği bilinmektedir. Yani diğer üst düzey yöneticilerin bütünü dönmeydi.
Aileden, aşiretten ve çevreden yoksun bu kişiler; bir günde makama getirilir ve istendiğinde ise daha rahatça tasfiye edilirdi. Osmanlı’nın bakiyesi üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde de, aynı durum devam etmiştir.İttihatçılar Selanik lidir, Selanik ise, ttihatçıların, Mesonların ve Sebataycıların merkeziydi.Talat Paşa, Enver Paşa, Mustafa Kemal gibi pek çok kadro Şelanik lidir, sebataydır, ittihatçı - Türkçüdür.Kemalist iktidarın en üst düzey yönetim kadrosu da ittihatçılardın oluşturulmuştur.
Mustafa Kemal pek çok eylemde yararlandığı Topal Osman’ı tasfiye etmiştir. Gerek Dede Yakup Cemil, gerekse Oğul Yakup Cemil İttihatçılar ve Kemalist’ler tarafından pek çok eylemde kullanıldıktan sonra tasfiye edilmişlerdir. Köy koruculuğu ve Özel Harp Dairesi ile psikolojik savaş aygıtlarının oluşturanı Turgut Özal, daha sonraki yıllarda mevcut Kemalist ve İttihat’çı çizgiden kısmen de olsa ayrıştığından, önce silahlı bir saldırı ile parmağından vurularak, bir anlamda uyarı ateşiyle uyarılmış ve daha sonra kahvesine zehir konularak ve hastaneye geç getirilmesi sağlanarak, tasfiye edildi.
Özal ; ”Federasyonu tartışabiliriz. Bende kürdüm.” dediği için tasfiye edildi.Eşi saçından bir tomar saçı ABD ye götürerek dünyada saç incelemesinden zehirlenmeyi teşhis eden kuruluşa vereceğini basın aracılığıyla deklere edince, susturmak için özel yaşantısı hakkında haberler yapılmaya başlandı.
Semra Özal; “Ben bundan sonra hayatıma bakacağım” içerikli yeni bir beyanat vererek, olayın peşine düşmekten vazgeçtiğini ortaya koydu. Korkut Özal çok sonraları bir televizyon programında ellerinde bazı bilgilerin bulunduğunu ancak devletin bekası için açıklamak istemediklerini, olayın peşine düşmeyeceklerini hissettiriyordu. Özalların Kanal 6 Televizyonu ve mal varlıkları üzerinde öldürülme olayı sırasında gidildi. Özal tümden devlet ve ordu çizgisinin adamıyken verilen yada göz yumulan çizgiyle çelişir duruma gelince alınmak istendi.
Orgeneral Doğan Güreş bir televizyon programında; “Türkiye bölünmenin kenarından döndürüldü…. Özal ın devletle görüş ayrılığı çok fazlaydı” demekteydi. Özal bir şahıs olarak değil, bir ekip olarak tasfiye görmüştür.
Orgeneral Eşref Bitlis’in öldürülme gerekçesi ; Ankara’daki buzlanma gösterilmiş olmakla birlikte, ortaya çıkan hava durumu raporları, uçağının düştüğü tarihte, Ankara’da bir buzlanma bulunmadığını ortaya koymaktadır. Eşref Bitlis’in uçağı düşürülmüştür. Bu diğer bir tasfiyedir. Tasfiyenin nedeni ise, Özal’ın daha sonra geldiği noktadaki düşüncelerine yakın durmasıdır. Yani Kemalist çizgiden sapmış sayılmasıdır.
Türk Devleti’nde üst düzey yöneticiler, bürokratlar ve askerler yönünden Kürdistan sorunu, Ermeni sorunu, Alevilik ( Kızılbaşlık ) sorunu gibi temel sorunlarda devlet çizgisinden düşünsel düzeyde dahi kısmen ayrışmak; bir sapkınlık ve öldürme nedeni olarak görülmektedir.
Turgut Özal’ın gelecekteki prensi olarak gösterilen, zekası ve şaibesiz yaşantısı ile konuşulan Adnan Kahveci ; “Kürt Sorunu Nasıl Çözülmez ?” başlığı altında bir rapor hazırlayarak devletin mevcut inkar, red ve imhaya dönük politikalarıyla çözüme gidilemeyeceğini ortaya koydu.
Bu raporu açıklamasından sonra, kullanılıp yönlendirilen medyada, eşine yönelik bir iftira kampanyası başlatılarak; Kahveci’nin eşi tarafından aldatıldığı yazılıp çizildi. Bu olayla küçük düşürülmek istenerek, teslim alınmak istendi. Bir süre sonra da trafik kazasına zorlanarak ve trafik kazası süsü verilerek tasfiye edildi. Diyarbakır’da görev yapan Orgeneral Bahtiyar Aydın’ın garnizonun kapısının önüne çıktığı ve çevreye bakarken garnizona yakın bir tepeden PKK’lılar tarafından kurşunlanarak öldürüldüğü ilan edildi. İşin ilginç tarafı garnizona yakın bir tepe bulunmamaktadır. Ceset üzerine klasik sistematik otopsi yapılırsa kurşunların iddia edildiği gibi çok uzak mesafe kurşunu olmadığı anlaşılacaktır. Bahtiyar Aydın devletin zorunlu çözüm olarak dayattığı savaşı anlamsız buluyordu. Bu durum onun mevcut devlet çizgisinden ayrışması, uygulamaması ve mahiyetindeki askerler üzerinde moral kırıcı olarak değerlendirilmiştir. Tasfiye nedeni budur. Mardin’de görev yapan Albay Rıdvan Özden’in, gelinen aşamada savaşa karşı bir noktaya geldiğini ve işin masada görüşmelerle çözülmesinden yana bir anlayışa ulaştığını arkadaşlarından olan Mardin milletvekillerinden Doktor Mahmut Duyan’da açıkladı. Albay Rıdvan Özden’in de eşi tarafından aldatıldığı ve diğer taraftan eşini aldattığı yalan ve yönlendirmeli haberlerle basında işlenerek teslim alınmak istendiler. Küçük düşürülmek istendiler.
Albay Rıdvan Özden’in ölüm nedeni ise, Mardin’deki operasyonda, kendisini tutamayarak ; “Allah Allah !” sesleriyle öne atılması sonrasında, PKK’lılar tarafından vurulması şeklinde açıklandı. Oysa düzen dışı savaşta komutanların iyi eğitilmiş bir grup asker tarafından çembere alınarak geri cephede bulunduğu, korunduğu ve çatışmayı yönlendirdiği bilinmektedir. Klasik sistematik otopsi yapılması durumunda kurşunların uzak mesafe atışı olmadığının rahatlıkla saptanabileceği kanısındayım. Kaldı ki cesede sırttan giren kurşunlarla öldüğü söylenmektedir. PKK bir asker öldürdüğünde bile bunun propagandasını yapan bir örgütken, Orgeneral Bahtiyar Aydın, Albay Rıdvan Özden gibi üst düzey komutanları öldürdükten sonra progpaganda aracı olarak kullanmaması mümkün değildi. Oysa PKK eylemleri üstlenmedi. Bu güne kadar PKK nin üst düzey bir askeri yetkili öldürmediği bilinmektedir. Korgeneral Kazım Çilingiroğlu ise , Dersim’de ( Tunceli’de ) öldürüldü. Kazım Çilingiroğlu’nun eşi ise, Korgeneral’in bazı arkadaşları tarafından öldürülmüş olabileceğini basına deklare etti. Bunun üzerine kadının dikkati çekilmiş olmalı ki, bir daha konuşamaz oldu. Diyarbakır’da öldürülen Gaffar Okan’ın hangi güzergahtan gereceğini bilenlerce telefonla bildirilmemesi ve buna göre pusu kurulmaması halinde, gerçekleşen olayda saldırıya maruz kalması mümkün değildir.
Gaffar Okkan’ın babası Akit gazetesine verdiği demeçte ; “Oğlumu öldürenler, devlet görevlisidir.” demiştir. Binbaşı Cem Ersever devletin Kemalist ve İttihat’çı çizgisinin kalifiye bir elemanı olarak uzun yıllar iş gördü. Devlet çizgisinden kısmen sapması ve çok şey bilmesi nedeni ile bunların artık sır olarak toprağa gömülmesinin gerektiğine karar verilmesi sonucu öldürüldüğünü düşünüyorum. Susurluk’ta Abdullah Çatlı’nın bir kaza neticesinde öldüğü yazılıp çizildiyse de, gelinen noktada bu olayda devlet tarafından kullanılan ve çok şey bilen kişilerin bildikleriyle birlikte toprağa gömülmesinin istendiği anlaşılmaktadır. Bir tasfiyedir. Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu 10 yıl boyunca devletin gözü önünde ve İstanbul’da yaşadı. Muhalif Kürt sivillerine yönelik devletten aldığı talimatları diğer militanlara aktardı. Gelinen noktada kullanım tarihi dolduğu düşünülerek Hüseyin Velioğlu’na yönelik devletçe yapılan operasyonda rahatça yakalanıp mahkemeye çıkarılması mümkün iken, katledildi. Çünkü Hüseyin Velioğlu’nun bildiği sırlarla birlikte toprağa gömülmesine ihtiyaç duyuldu. Öldürülmeyip de devletçe yakalanıp mahkemeye çıkarılması durumunda, devletle birlikte çalıştıklarına dair olay ve olguları ortaya koyabileceğinden korkulmuştur. Ankara DGM savcısı Kemal Ayhan da genç olmasına rağmen, eşinin ve aile bireylerinin evde olmadığı bir günde, evinde ölü olarak bulundu Ancak kalp krizi geçirdiği açıklandı. Oysa Kemal Ayhan, İttihat’çı ve Kemalist kadroların istediği siyasi bakış ve talimatlar altında çalışma yerine, yakalanıp getirilen kişilerin durumuna hukuksal bakmaya çalışan bir idealist durumundaydı. Bu rahatsız etmekteydi.Kemal Ayhan nın durumunun da araştırılması gerekmektedir.
Bu analizlermi 1996 yılında Sterka Rizgari Dergisinde yayımlanan; “Karşı Devrimci Savaş Tasfiyeci ve Komplocudur “ başlıklı makalem de de yazdım.Pek tartışan olmadı. Bu herkesin benim gibi düşünmesinden mi, yoksa bu analizlerin doğruluğuna ihtimal vermemelerinden mi kaynaklandığını ise bilmemekteyim. Bu konuların bir gün bir bütün olarak güncelleşeceğini sanıyorum. Tayip Erdoğan a son ihtimal olarak imha eylemi yapılacağına ilişkin değerlendirmemin çok uçuk ve temelsiz olmadığını gösterdiğimi düşünüyorum.
Abdullah Öcalan’da devletin ordusu ile Kemalist ve İttihat’çı çizgi tarafından, gerek Kürt halkına, gerekse örgütüne karşı kullanılmaktadır. Zayıf kişilikli, konformist, korkak ve kullanılmaya açık bir yapısı olan Abdullah Öcalan. kullanımın gerektirdiği çerçevede konuşmadan ve bu tür içerikte talimatlar verip yönlendirmeden yaşatılmayacağını düşünmekteydi. Bu çerçevede Türk devletinin ve ordunun bir elemanı olarak çalışmakta, çalıştırılmaktadır. Alternatif bir Kürt örgütünün ortaya çıkması ve güçlenmesi ile tehdittin başka yerden geldiğinin anlaşılması halinde, daha etkin kullanılması içen tahliye edilmesi de mümkündür.Bu süreçte cezaevinde tutularak kullanılması tercih edilmektedir. Hareket bu yolla denetim altında içeriği boşalmış, hedefsiz yörüngesiz, yozlaşmış ve tasfiye görmüş. ilkesiz, konformist,saptırılmış bir duruma sokulmaktadır. Ancak sonuç değişmeyecektir. Yani kullanım tarihi bittiğinde ise, devletçe öldürülecektir. Bu bir zehirleme ya da silahlı ve bıçaklı saldırı yahut kaza süsü verilmiş olayla olacaktır. Esasen öldürülmenin şekli devlet açısından önemli de değildir. Kendileri için önemli olan, görebileceği kadar iş görmesi, işi bittiğinde de sırlar ile birlikte toprağa gömülmesidir.
Fiziki açıdan yaşam ; ister kısacık,ister çok uzun süreli olsun,önemli ve devrimci olan ve her zaman kazandıran adam gibi ölmeyi bilmek ve her koşulda adam gibi bir tavır ve duruş içinde yaşayabilmektir. Niyazi olmamak buna bağlıdır.
17. 07. 2006
Medeni Ayhan http://www.xoybun.com/extra/slide/Unbenannt-2.swf
http://www.pdk-xoybun.com/nuceimages/Newroz_Kurdistan_PDK_Xoybun_02.jpg
http://www.pdk-xoybun.com/nuceimages/Nexise_Kurdistane_PDK_b.jpg
Mafê Kopîkirin &kopîbike; PDK-XOYBUN; wiha, di xizmeta, Kurd û Kurdistanê daye : Pirojeya Kurdistana Mezin, Pirojeyên Aborî û Avakirin, Pirojeyên Cand û Huner, Lêkolîna Dîroka Kurdistanê, Perwerdeya Zimanê Kurdî, Perwerdeya Zanîn û Sîyasî, Weşana Malper û TV yên Kurdistane. Tev maf parastî ne. Weşandin:: 2006-07-17 (2287 car hat xwendin) [ Vegere ] | PRINTER |