Bir belge ve Kürdistan da tarih araştırmaları / Ali Haydar Koç* ( II )
Belgenin Numarası: 8/1477
Tarih : 02.05.1947
Uluslararası işlere bakan Kraliyet Enstitüsü'nün Ortadoğu'dan
sorumlu grubu
(Üzerinde yayınlanamaz, gizlidir diye not düşmüşler.)
Toplantının yapıldığı tarih: 02. Mayıs. 1947
Konuşmacı: Colonel.W.G.Elphinston.
Konunun başlığı: Kürt Sorunu - (The Kurdısh Problem)
(Toplantıya katılan bazı uzmanların isimleri de tek tek verilmiş.)
Katılımcılar:
Colonel. W. G. Elphınston - Konuşmacı,
Sir Angus Gillan - Toplantıyı yöneten başkan,
D. N. Barbour
A. Odr. K. C. Buss
J. R. Eracken
Lavy Bakstansky
Major H. M. Burton
Miss M. S. Drower
Capt. H. Dukworth
W. S. Edmonds
Mrs. R. Elphinston
D. A. Greenhill
A. M. Hamilton
K. R. J. Hussey
Lt. Col. Keighley Bell
G. M. Lees
Miss. D. Monro
James Livingstone
Miss. A. K. S. Lambton
Brig. S. H. Lokoricg
Lt. Col. C. H. O. Scafe
F.S toakes
Mr. Gouch
Mr. Holmke
Mr. Latimer
Mr. Lloyd
Mr. Storrs
Miss. Cumine
Miss. Faber
Miss. Kirkpatrick
Miss. Westley
Kürt sorunu- (The Kurdısh Problem)
Kürtlerden dünyanın en eski halklarından biri olarak sözedilir. M.Ö. 2000 yılına ait Sümer (Sümer devleti Ortadoğu'nun en eski devletlerinden biri idi) yazıtlarının bu halka dayandığı öne sürülür. Kürtlerin, Herodot (Herodotos) ve Ksenefon(Xenephon) adlı tarihçilerin, tarih kitaplarında zikredildikleri bilinmektedir. Yani mantar gibi birden yerden bitmiş bir halk değil, sözünü ettiğimiz halk. Etnik varlığını 4000 yıl boyunca koruyabilmiş bu halkın, bundan sonra da ayrı varlığını koruyabileceği ve bunun da onlar adına bir süre daha sorun oluşturacağı düşünülemez mi? Bu gelişmenin nedeni, bana kalırsa Kürtlerin asimile olmaya duydukları tepkiden kaynaklanmaktadır. Sözgelimi 17. yüzyıldan bu yana Suriye'de, Masyaf Gaza el Alavita adlı bölgede, dört bir yanında Arapların yaşadığı 400 Kürt'ten oluşan bir Kürt Aşireti yaşıyor. Aşiret Kürt geleneklerini bugüne kadar koruyarak sürdürebilmiş, kısaca Kürt varlığını koruyabilmiştir.
Tarihte en ünlü Kürtlerden biri, daha çok da "Haçlı seferlerini püskürten Selahaddin" olarak bilinen, Selahaddin Eyübi'dir. Modern Kürtlük kategorisi altında değerlendirilebilecek çarpıcı bir örnektir. Eyübi; Arap rejimi altında Kürt olarak da yaşanabileceğini gösterir. 17. yüzyılda Kürtler, istilaci Türkler ile İran'ın Safevi Hanedanlığı arasında cereyan eden savaşa karışırlar. Bugün olduğu gibi, o zaman da Kürtlerin İran yönetimi ile arası bozuktur ve böylece Kürtlerin önemli bir bölümü Aryan olan İran hükümetine karşı, Osmanlı istilacıları ile ittifak yaparlar, Kürtlerin kendileri de Aryandırlar.
Bu olayla, bugün, Azerbeycan ve Türkiye'nin Güneydoğusunda yaşanan durum arasındaki benzerliği (analojiyi) gözardı edemeyiz. Yani, eğer Kürtler yaşadıkları ülkenin hükümetine karşı kuzeyli istilacılarla ittifak edecek olurlarsa, bunun tarihte bir ilk olmıyacağını bilmek zorundayız.
Osmanlı Sultanı Murat (IV.) ve İran Şahı II. Abbas'in 1639 (Burada kastedilen Kasr-i Şirin Antlaşmasıdır) yılında yaptıkları ve 1918 yılına kadar İran ile Türkiye'nin sınırlarını belirleyen antlaşmayla, Kürtler sınır olarak ikiye bölündüler. Eylül 1921'de imzalanan Franklin- Bouillon antlaşmasıyla da Kürtler Türkiye'nin Güneydoğusu ile Suriye arasında bölünmüş oldular. Keza bugünkü Türkiye-Suriye sınırları da bu antlaşmaya göre belirlenmiştir. Sultan (IV.) Murat'ın yaptığı antlaşmanın, Farslılara karşı Osmanlılara yardım etmelerinden ötürü Türkiye Kürtlerine bazı imitiyazlar tanımış olduğu söylenebilir. Antlaşma uyarınca onbir Kürt Emirliği oluşturulmuş ve öyle görünüyor ki Kürtler 1826'ya kadar bu sınırlar dahilinde barış içinde yaşayabilmişlerdir. Ancak 1826'dan sonra Sultan (II.) Mahmut'un modernleşme programını yürülüğe koymasıyla birlikte devreye giren modern sivil yönetim bölge "Baronlarının - Emirlerin", yani feodal önderlerin otoritelerini büyük ölçüde sarsmıştır. Bir yanda Mısır'da Mehmet Ali Paşa ayaklanması, öte yanda İbrahim Paşa tarafından Türkiye ve Suriye'nin istilaya çalışılması Kürtler için bir fırsat yaratmıştır. Botan Prensi Bedirhan önderliğinde 1830'dan 1845 yılına kadar sürecek bağımsız bir Kürt Konfederasyonu teşkil edilmiştir. 1847'de Türkler Bedirhan'ı indirip yeniden Türk idaresini kurmuşlardır. Bedirhan Girit'e sürülmüş, 1868'de Şam'da ölmüştür.
Ayaklanmanın bastırılması bazı sonuçlara yolaçmıştır; ayaklanmanın içinden, bugünlere kadar Türkiye'de varlığını sürdüren bir Kürt ulusal hareketi filizlenmiştir. Hareketin merkezi ise Suriye'ye, ilk başkanı 1830 ayaklanması önderinin torunu Celadet Bedirhan olan, "Hoybun Komitesine" geçmiştir.
Suriye'deki Kürt topluluğu üç gruptan oluşmaktadır:
bir yanda Jeğerah ve Halep'in kuzey-batısında, Kürt dağında bazı aşiretler yaşamaktadır. Buradaki Kürt nüfusu tahminen 200.000 dolayındadır. Bir diğer yerleşim bölgesi de 20.000 kadar göçmen Kürd'ün yaşadığı Şam'dır. Ayrıca Suriye ile Lübnan'ın bazı bölgelerinde de pek çok politik göçmen Kürt yaşamaktadır. Kürt ulusal Komitesi "Hoybun",a yön veren güç, doğal olarak bu üçüncü gruptan oluşmaktadır. Bünyesinde yer alan Taşnak üyeleri dolayısıyla, Hoybun hareketi aynı zamanda Ermeni ulusal hareketine de bağlıdır.
Hoybun hareketinin beş kişiden oluşan yönetim kurulunda Bedirhan'lar artık temsil edilmemektedir. Kurul, Diyarbakırlı Cemil Paşa'nın torunları Kadir ve Ekrem, Memduh Selim, Nafız Bey (ikisi doktor) ve genç fanatik bir yurtsever olan Osman Sabri'den oluşmaktadır. Şam'daki Kürt Kolonisinin önderleri, özellikle Ali Ağa ve Zilfo, ulusal harekete sempati duymaktadırlar. Ne var ki, bizim edindiğimiz izlenime göre bu ilginin altında biraz kendi kişisel prestijini arttırma ve harekete ilgisiz kalma durumunda karşılaşacakları olası dedikoduları önleme kaygısı yatmaktadır.
Aşiret reisleri ulusal harekete daha aktiv bir biçimde destek olmaktadırlar. Bunlar, 1925 ve 1930 yıllarında Türkiye'deki isyancılara yardım etmek için fırsatlar kollamışlardır. Sözgelimi, aşiretler arasında yaygın olduğu üzere Türkiye-Suriye sınır hattı üzerinde sürekli geçiş yapabilmişlerdir. Bu aşiretlerin konumları sınırın bir yakasından diğer yakasına karşılıklı haber taşıyabilmek için oldukça da uygun bir durumdadır. Hoybun örgütü Türkiye, İran ve Irak'da etkinlik gösteren Kürt hareketleri ile de temas halindedir. Yardım gereksinimi olan Kürt yurtseverleri, örgütün mali kaynakları elverdiği ölçüde destek görmektedirler. 1930 isyanı önderlerinden İhsan Nuri bu ödeneklerden yararlananlar arasındadır; kendisi daha sonra servet yaparak Tahran'da yaşamını sürdürmüştür.
Az önce Kürt ulusal hareketinin feodal imtiyazlara yönelik Türk saldırısına karşı bir tepki olarak doğduğunu belirledik. Ancak modern Kürt hareketinin yalnızca eski pozisyon ve güçlerinde inat eden aşiret reislerinin ajitasyonu ile örgütlenebildiğini düşünmek yanlış olur. Hareketin önderlerinin, bir bölümü öyle olmazsa da, çoğunun aynı zamanda aşiret reisi olduğu doğrudur. Ne var ki, bu da Kürtlerin öteden beri, aynı zamanda doğal önderleri olan feodal önderlerine liderlik vasıflarını yüklemeleriyle ilgilidir. Benzer bir argüman Filistin'deki Araplar içinde geçerlidir.
İki dünya savaşı arasındaki dönemde Türklere karşı yapılan üç ayaklanmayı -1925'de Piranlı Şeyh Sait, 1930'da İhsan Nuri önderliginde ve 1937'de Dersim'de- feodal önderlerin ajitasyonundan çok daha derin, çok daha zorunlu ivmeler belirlemiştir.
1919'da sekiz ay boyunca bir Kürt aşiretiyle birlikte yaşadığım için, onları iyi tanıdığımı söyliyebilirim. O günlerde bir çok yönetim alternatifi arasında seçim yapma şansı belirmişti ve benim tanıdığım aşiret kesinlikle Türkleri seçmeye eğilimliydi. Açıkça Kürt bağımsızlığına karşıttılar ve bunu açıkça söylüyorlardı. Kendilerine iyi ekin, ekmek, konuklar geldiğinde kesilmek üzere kurbanlık koyun, akşamları için bir şişe arak (rakı), kan davalarında kullanılmak üzere yeterli miktarda mühimmat verildiği sürece, aşiret Kürtleri kimin idaresi altında yaşayacaklarını pek önemsemiyorlardı o günlerde.
Türkleri tanıyorlardı, başları sıkıştığında kime rüşvet vereceklerini biliyorlardı ve bu yüzden Türkleri eleştirmekten imtina ediyorlardı (sakınıyorlardı).
O günlerden bu yana eğitim sayesinde çok şey değişti. Sözgelimi şu benim yaşlı a şiret liderinin oğlu, Aqualar(Aşiret belgede geçtiği gibi yazılmıştır) diye bilinirler, Beyrut'taki Amerikan Üniversitesi'nde eğitim görmüştü, mükemmel İngilizce konuşuyordu. Bugün artık aşiretler dış dünyanın ürünleri arasına girdiler, çağdaş uygarlığın okul gibi, hastane gibi nimetleriyle tanıştılar ve bütün bu nimetleri kendilerine aşiret reislerinin, kendi bütçeleriyle sağlayamayacağını gördüler. Feodal geleneklerin (usüllerin) zayıflaması yönünde bir eğilim var karşımızda. Yine de Kürt ulusal hareketinin giderek güçlendiğini görüyoruz. Nasıl açıklamalıyız bu durumu?
Bence bunun nedenini ulus (aslında rase,ırk) gururunda aramalı. Kürt, Kürt olmakla, kadim bir soydan gelmekle gurur duyuyor ve ne Türk, ne Arap, ne de Farslılar tarafından asimile olmamakta inatçı davranıyorlar. İki savaş arası dönemde yaşanan üç büyük Kürt ayaklanmasına aslında Mustafa Kemal'in özellikle de 1937 Ocağın'da Dersim'de yayınlattığı Kürt karşıtı yasalarla son noktasını bulan, asimilasyon politikası neden olmuştur. Ulus gururu İran ve Irak'ta daha farklı bir yol izlemiştir. Kürtler, Arap ya da Fars hükümetinin tebaası (vatandaşı) olmakdan hoşlanmamakla birlikte, istediklerinin kendilerine verilmesi, yani adil bir anlaşma yapılması halinde, bu hükümetlerle ortak çalışmaya hazır görünüyorlar. İran'da adil bir anlaşmanın yapılmadığına inanıyor Kürtler. Irak'ta ise genelde çok fazla haksızlığa uğradıklarını düşünmüyorlar, ama bu yolda elde edilen kazanımlara aracılık eden Britanya hükümetini affediyorlar. Bağdat'taki Arap hükümetine pek güven duymuyorlar.
Bütün bunlardan Britanya Hükümetinin ve halkının ne çıkarı olabilir gibi bir soru yöneltilebilinir. Ortadoğu'da barış ve Ortadoğu halklarıyla iyi ilişkiler içinde olmamız, bana göre en büyük çıkarımız olmalıdır. Barış koşullarını yok edebilecek ve özelliklede dış güçler tarafından Ortadoğu barış güvenliğini sarsabilecek ve yıkıcı doktrinlerin yayılmasını sağlayabilecek her durum karşısında dikkatli mütaalalar geliştirmek zorundayız. 17. yüzyılda Kürtlerin İran'a karşı Türklere yardım ettiklerini gördük. Yakın gelecekte de Kürtlerin İran'a karşı Rusları ya da Türkleri desteklemesi düşünülebilir mi?
Rusların Kürt ulusal hareketini kendi çıkarlarına uygun olarak yönlendirdiğine ilişkin tam bir açıklık olmazsa da, elimizdeki bilgiler biraraya getirildiğinde ortaya çıkan tablo bu tahmini doğrulayıcı niteliktedir. Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) sonrasında, sınırlar yeniden düzenlenince 20.000 Kürt kendisini Ermenistan Sovyet Cumhuriyeti vatandaşı olarak buldu.
Ruslar bu ufak sömürgelerinde, Kürtlerin her tür ulusal talebine destek verdiler ve bu etkisi bütün Kürt dünyasında duyulan bir Kürt milli duygusunun gelişmesine yolaçıyordu. Müttefik devletler 1941'de İran'a girdiğinde, Ruslar Kuzey İran Kürtleri tarafından oldukça olumlu karşılandılar. Ne var ki, ilk coşku dağıldıktan sonra, Rusların kendilerıne karşı Tahran hükümetini benimseyen dürüst tutumları karşısında düş kırıklığına uğradılar. Keza Güney-Batı İran'da yaşayan Kürtlerde, bizim Kürtlere ve İranlı yöneticilere yönelik tavırlarımızdan ötürü benzer duygular yaşandı. Önce coşkulu beklenti, sonra da hayalkırıklığına kapıldılar. Onlara göre Britanya ve Rusya, İran'da Nazi yanlısı hükümete ve Britanya Irak'ta yine Nazi yanlısı yönetime karşı birlikte savaşım vermişlerdi. Oysa nasıl olurdu da şimdi, bir süre önce Kürtler için bu hükümetlerle savaşan Britanya ve Rusya, kendi gözlerinde pek az değişim gösteren yeni İran ve Irak hükümetlerini destekleyebilirlerdi. Rusların İran yönetimine karşı tutumları sonradan daha az dürüst olmaya başladı. Öncelikle Rus işgal bölgelerinde yaşayan Kürtlerin sempatilerini kazanmaya çalıştılar, sözgelimi Kürt hassasiyetini yaralayabilecek etkinliklere kalkıştıklarında İran yönetiminin başında bittiler. Daha güneyde Kermanşah'ta Rus Konsolosluğu memurları Kürt bölgelerinde turlar düzenleyerek Ruslar için sempati toplamaya çalıştılar.
1943'de "Jiyana Kurd" adı altında Komunist nüveler taşıyan bir örgüt Rus işgal bölgesi Kürdistan'ın da etkinlik göstermeye başladı ve bundan sonra Rusların Kürt politikası daha aktif ve kesin bir nitelik aldı.
Kürt toplumunun Mahabad çevresinde toplandığı ve Gazi Muhammed adında, bölgede sözü geçen bir Kürdün bu işle yakın bağlantıları olduğu öğrenildi. "Niştiman" adında, açıkça sosyalizan eğilimler taşıdığı halde, Kürt ulusal hareketine ciddi ivmeler kazandirabilen bir gazete yayınlanmaya başladı. Daha sonra bu topluluk "Komala Kurd" ya da "Kürt Toplumu" olarak anılmaya başlandı. Kendilerinin, Mahabad Kürtlerinin kuşkuyla karşıladığı, açıkça Rus yanlısı bir çizgide olan "Tudeh" Partisinden ayrılıklarını vurgulamak için çabalar harcadılar.
Bu arada Rusların Kürtlere bağımsız bir "Kürt Devleti" vaadettiği ve Gazi Muhammed'in çıkardığı gazetenin de Ruslar tarafından finanse edildiği söylentileri yayılmaya başladı.
1944' de "Azadi" (özgürlük) ve "Yekitiya Tekoşin" ( mücadele birliği) adında açıkça Komunist eğilimler yansıtan iki Kürt dergisi daha yayınlanmaya başlandı. "Niştiman" çevresi, hak mücadelesinde Kürtlerin birliğinin sağlanması gerektiği yolunda dayatıyor, feodal liderlere de kendilerini modernize etmeleri için çağrıda bulunuyordu. "Azadi" ise ulusçuluk davasından uzak durmakla birlikte, yerel gericiliğe, emperyalizm ve sömürgeci güçlere karşı mücadele edebilmek için, Kürtleri birlik oluşturmaya çağırıyordu. "Azadi" çevresi açıkça Britanya karşıtı bir çizgide yer alıyordu. Ayrıca Kürt- Arap birliği propagandasına da kapılmıştı azadiciler, ancak bu çizgi okuyucuların büyük bir bölümü tarafından pek rağbet görmedi.
1945'de Gazi Muhammed'in Mahabad'da Rusların onayıyla milis güçleri oluşturduğu söylendi. Ayrıca Rusların Barzan'daki Molla Mustafa isyanında da parmakları olduğu duyuldu; buna göre Irak ordusunun sabık Subayları Mehabad'a geçerek Ruslardan yardım almışlardı. 1946 baharında Rusya'nın Azerbeycan'dan çekilmesi konusu tartışılırken, Gazi Muhammed' in Mahabad'da Rus himayesinde bağımsız bir Kürt yönetimi kurduğu ve görkemli bir zat olan Molla Mustafa'nın da bu Kürt yönetiminin askeri güçlerinin başına getirildiği öğrenildi. Mahabad'da kendini gösteren bir diğer akıncı da Hama Raşid idi. Raşit 1941 Sonbaharında İran'a karşı yapılan Kürt ayaklanmasını yönetmiş ve İran'dan sürüldüğünden beri Irak'ın
Süleymaniye kentinde ikamete zorlanmıştı. İran Başbakanı Qawam es Sultaneh koltuğunu henüz sağlamlaştırmadan önce, Ruslar inişe geçmeye başladılar ve İran ordusunun Azerbeycan'a girmesine göz yumdular. Kabak, Gazi Muhammed'in başına patladı. Gazi Muhammed'in akibeti hakında bilgi edinmemiz ise şimdiye kadar mümkün olmadı. Gerçekten de Rus politikasının, işlerine geldiğinde geri çekilmeye, (özelliklede kararlı bir hükümetle karşılaştıklarında) uygun koşullar sağlandıktan sonra ise daha güçlü bir biçimde bastırmaya dayandığını görmüş bulunuyoruz. Gelecekte Rusların İran'da daha kararlı bir çizgi izleyecekleri söylenebilir. Gerçi onlar için bireylerin pek önemi yoktur, ama bundan sonra uygulayacakları planlamalarda kendilerine yardımcı olacak ne Gazi Muhammed ne de başka bir lideri bulamayacaklarına kesin gözüyle bakılabilir.
Molla Mustafa'ya yapılan teşvikler bir yana, Irak'ta Rus nüfuzu en çok da propaganda yöntemleriyle sağlandı. Bağdat'ta Kürt "Rızgari" ya da "Rescue" Partisi olarak bilinen bir Kürt grubunun bir yandan da Rus yanlısı, ya da İngiliz karşıtı yayınlar dağıttıkları bilinmektedir.
Irak, İran ve Türkiye Kürtlerinin büyük ölçüde Rus nüfuzu ve İngiliz karşıtı Komünist propagandanın etkisi altına girdiklerine kesin gözüyle bakılmalıdır. Keza Suriye'de de aynı etkinin oluşmakta olduğuna ilişkin işaretler bulunmaktadır. Bu ülkenin Khalid Bağdaş (Halıt Bektaş) adındaki genç ve zeki Kürt Komünist Partisi lideri bir süre önce Londra'da toplanan komünizm konferansına katılmıştır.
Bu gelişmeler karşısında neler yapılabilir? Cahil ve yoksul olmasına rağmen Kürt köylüsü, eninde sonunda komünist ajitatörler için kötü bir malzemedir. Siyasi bilinçten yoksun olan köylü, gerçekte yalnızca kendi ekini ve sürüleriyle ilgilenmektedir. Bolşevizm hakında öğrendikleri, ağalar ve aşiret şeflerinden tiksinti uyandırmakta ve bu ideolojiyi kesinlikle kendi yaşam tarzlarına aykırı bulmaktadırlar. Irak ve Güney İran'da Kürtlere seçme şansı verilecek olursa, Kürtlerin bizi seçeceği yönünde duyumlara sahibiz. Suriye'de bazı grupların, aşina oldukları ve manda süreci boyunca tercih ettikleri Fransa'ya öncelik tanıyabilecek olmaları bir yana, bizim lehimize bir tahmin Suriye için de geçerli sayılabilir.
Kürtler kendi hallerine bırakılsalar, herhalde köklü bir değişimden yana tavır almazlardı. Ancak Kürtlerin kendi hallerine bırakıldığını kim söyliyebilir? Gittikçe daha fazla Kürt, istençli ya da istençsiz, yeniden Rusya tarafına çark etmektedir. Ancak içlerinden bazılarını, Britanya'dan medet ummaya iten neden nedir? Kuşkusuz aramızda onları bu yönde teşvik etmek isteyenler bulunmaktadır, ancak politikamız bu olmamalıdır. Kürtlerin yaşadıkları ülkelerin (devletlerin) yönetimleri kendi uyrukluklarında bulunan bu halka karşı daha yapıcı ve liberal bir politika izlemeye ikna edilmelidirler. Bu yönetimler, asimilasyonun olanaksız olduğunu ve halen topraklarında yaşamakta olan Kürtlerle adil bir anlaşma yaptıkları takdirde,
Kürtlerin güvenilir yurttaşlar olarak kazanılabileceğini anlamak zorundadırlar. Eğer bunlar yapılabilirse, Kürtlerin komünist propagandaya alet olmaları tehlikesi azaltılmış olur. Hizmetimizde olan bütün meşru yöntemleri kullanmak süretiyle Türk, İran ve Irak yönetimlerine önerilerde bulunmak, gerçek Kürt gailesine kulak vermek ve reform programları önermek Britanya'nın politikası olmalıdır. Sovyet nüfuzunun önüne geçmenin en iyi yolu budur. Aynı zamanda, Kürt sorununu kullanarak Ortadoğu güvenliğini sarsmak isteyen güçlerin bu arzularını da böylece önlemiş olacaktır.
Kürtlere gelince, kanımca aramızda Kürt dostları olan herkes, onları, bizim (Britanya'nın) bu fevkalade cömert yaklaşımımız konusunda aydınlatmalı ve kendilerini bu yaklaşıma uygun bir tarzda yetiştirmeleri yönünde teşvik etmelidir. Ayrıca, Kürtler tarafından yönetilmeyen bir ülkede seçkin bir yurttaş olarak yaşanabileceğini kanıtlayan Selahaddin Eyubi örneğine işaret etmekte yarar vardır.
Kürt Sorunu -Tartışma Bölümü-
MISS A. K. S. LAMBTON: İran Kürtlerinin konumlarıyla ilgili bir kaç noktaya değindi. Lambton'a göre, Safevi'lere karşı yapılan ayaklanmalar öncelikle Sünni-Şii karşıtlığına dayanmaktadır. Bu noktayı gözardı ederek, 17. yüzyıl da Safevi Hanedanına karşı yükselen Kürt hareketiyle modern Kürt dalgalanmaları arasında koşutluk kurmak doğru değildir.
İranlı Kürt aşiret liderlerinin otoritesi Rıza Şah (İran Şah'ı) tarafından yok edilmiş (sarsılmış) ve bunun sonucu olarak aşiretler doğal önderliklerden yoksun kalmışlardır. Nitekim eğitim ve toplumsal gelişmeler de çevre ülkelerden farklı olarak İran'da ve özellikle de Kürdistan'da etkili olamamış, buradaki aşiretlerin istemleri tutarlı bir sonuca ulaştırılamamıştır.
1941'de İran'a giren Ruslar, Kürtler tarafından olumlu karşılanmışlardır, çünkü genel olarak asayışsızlığın hüküm sürdüğü bir ortamda Kürtler Rus kaynaklarından silah ve cephanelik temin edebilmişlerdir. Bir kaç yıl içinde Rusların Kürtlere olan ilgisi giderek artmış ve 1944'de Ruslar, aralarında Gazi Muhammed de olmak üzere bazı Kürt liderlerini, Rus yönetiminin avantajlarını göstermek üzere Bakü'ye götürmüşlerdir. Kürtler, Bakü'den oldukça etkilenmiş olarak geri dönmüşlerdir. Ancak açıktır ki, ziyaretleri boyunca Kürt liderlere Komünist ideoloji değil, Komünist bir rejim kurulması halinde toprak ağalarına karşı köylülüğün elde edeceği yararlar anlatılmıştı. Bu saptama genel olarak Rus propagandasının egemen olduğu başka bölgeler içinde geçerlidir. Rusların Azerbaycan'dan çekilmesiyle Kürtler her türlü destekten yoksun kaldılar. İran, Mahabad saldırısı sırasında Gazi Muhammed ve kardeşini tutuklatmış ve hemen sonra idam ettirmiştir. Bu arada Molla Mustafa ile Zaroola iki bin kadar Kürt ve Ermeniyle ayaklanma başlatmışlar ve herhalde hükümetin silahlı güçleri karşısında ricat (geri çekilme) etmişlerdir. Bundan sonra, ne yazık ki İran ordusu, aşiretleri yine eski yöntemleriyle baskı altına almış ve aynı yılın başlarında esaslı bir kargaşa başgöstermiştir. Aşiretler, Serdeşt'te yaşanan arbedeler sonucu yoksul düşmüş ve şubat ayı sonlarına kadar süren şiddetli muhalefete rağmen askeri düzenin kurulmaya başlamasıyla, Mianeh'e geri çekilmişlerdir.
F. STOAKES: Konuşmacının, Kürtlerin yaşadıkları ülkelerin yönetimleri tarafından bazı olanakların sunulması halinde istikrar sağlanabileceği yolundaki görüşüyle ilgili olarak iki soru yöneltmek istedi. Colonel Elphinston'un da belirttiği gibi, Irak'taki Kürt köylüsü politikaya ilgi duymamakta ve Ruslardan da hoşlanmamaktadır. Halk özerklikten korkmaktadır, çünkü özerklik ordu subayları, doktor ve başka meslek sahibi gruplar ve öğrencilere dayanacak olan bir sınıfın oluşmasını sağlıyacaktır. Nitekim Irak'taki ulusçu hareketi destekleyenler bu kesimlerdir.
Ayrıca, hükümet tarafından Kürtlere sağlanacak her yeni olanak-eğer burda kastedilmek istenen, hastahane, eğitim ve öğretim olanaklarının sağlanması ise-köylülerin kayıtsızlığını arttırmaktan başka bir işe yaramayacak, ulusçu kesimler üzerinde de pek etki uyandırmıyacaktır. Kürtler, ekonomik gelişmelere bağımlı olmadıkları gibi, bu tür reformların dişsal baskıların bir sonucu olduğunu anlamakta da gecikmiyeceklerdir. Ayrıca, Irak'ta Kürt pozisyonunu güçlendirmeye çalışmak ne derece yararlı olabilir? Kürtlere, güneyde yaşayan Araplardan daha kötü davranılmamaktadır. Irak hükümeti her ne kadar kabalıklarıyla Kürt milli duygusunun alevlenmesine çanak tutmakta ise de, sonuçta etkisiz bir hükümettir ve baskıcı olarak değerlendirelemez. Öte yandan, kuzeyde yaşayan Kürtlere ayrıcalıklar tanınması halinde Arap toplumunun göstereceği tepki de merak konusudur. Kürtlerle Irak hükümetinin uzlaştırılması durumunda Kürtlere, Araplardan daha çok ve daha iyi bir muamele gösterilmiş olur. Zaten bu ülkede yaşayan hiç bir halka diğerinden daha iyi davranılmamaktadır. Aksi takdirde bu kez Araplar arasında huzursuzluk baş gösterirdi. Mr. Edmonds'dan bu konuda açıklamalar bekleyebilir miyiz?
W. S. EDMONDS: Kendisinin Irak konusuna vakıf olan Edmonds olmadığını, kendi deneyimlerinin Türkiye Kürtleri ile sınırlı olduğunu söyledi. Edmonds, dünyadaki Kürt nüfusunun yarıya yakın bir bölümünün, yaklaşık olarak 1.5 Milyon Kürdün, Türkiye'de yaşadığını tahmin ettiğini söyledi. Edmonds şöyle devam etti: Türkiye'nin bu konuda kurnazca davrandığı bilinmektedir, ancak Türk yetkililere bakılacak olursa (elbete ki çok fazla öne çıkarmıyor) Kürtler, Türkiyenin doğu sınırından merkeze doğru olan bölgesinde nüfusun %40-80, Van ve Elazığ'da %30 ve ve batıda %40'ını oluşturmaktadır. Türkler nüfus sayımlarında Kürtleri azınlık olarak değil de, Türk yurttaşları olarak değerlendirmeye alıyorlar. Bu yüzden Kürt nüfusunun toplum içindeki gerçek orantısını yansıtan veriler elde etmek olağanüstü zor bir iş oluyor.
Konuşmacının ele aldığı üç ayaklanmayı, yalnızca yükselen ulusçuluk ivmesinin sonucu olarak değerlendirmek mümkün değildir, bunları etkileyen daha pek çok neden bulunmaktadır. Mustafa Kemal'in din yasağını bir neden olarak görebiliriz.
Bu, özellikle de 1925/1926 yıllarında gerçekleşen Şeyh Sait isyanı için geçerli sayılmalıdır. Buna karşılık 1936/1939 isyanlarına ekonomik yoksunlukların neden olduğu gibi, feodal haklarını yeniden elde etmek isteyen Kürt liderleri de neden olmuştur. Türkiye'nin politikası ilk etapta acımasızca ezmeye dayanmaktaydı, neredeyse yarıya yakını silah ve uçaklarla donatılan Türk ordusu ayaklanmayı bastırmak için harekete geçmişti.
Önemli görülen başlıca Kürt liderleri tasfiye edilmiş, daha az önemli görülenler ise batıya sürülmüştür. İsyancı unsurlar ortadan kaldırıldıktan sonra kalan Kürt aşiretleri ise asimile edilmeye çalışılmıstır. Okul ve tarımsal yöntemlerin geliştirilmesi çalışmalarının yani sıra, ücra bölgelere nüfuz etmeyi kolaylaştıracak kara ve demiryolları yapımı da planlanmıştır. İnsan bütün bu çalışmaların başarısızlıkla sonlanmasına şasırmadan edemiyor. Anlaşılan yapıcı yöntemler Türklere zor gelmektedir; doğudaki demiryolları yapımı ağır aksak yürütülmüş, kuzeyde ancak Erzurum'a, güneyde ise yeni Demiryolları ancak Diyarbakır'a kadar ilerleyebilmiştir. Gerçi bir dizi okul yaptırılmış ve buralardaki az sayıda Kürt'e Türkçe ders verilmiştir, ama genel olarak tasfiye edilen feodal sistemin yerini alabilecek hiç bir yenilik getirilememiştir.
Ayaklanmaların yaşandığı bölgeleri gezenler, karşılaştıkları tahribata uğramış ve boşaltılmış şehir manzaralarından ister istemez etkilenmektedirler. Gerçi bir kaç kasaba yeniden inşa edilmiştir, ama bunların da ekonomik durumları oldukça kötüdür. Kürt bölgelerine gönderilen subaylar hoşnut değiller ve olumlu bir iş yaptıkları da söylenemez. Asimilasyon politikası ise daha pek çok yol katedeceğe benzer.
Bununla birlikte Türk hükümeti Kürtler üzerinde şimdiye dek hiç olmadığı kadar otorite kurabilmiştir ve oldukça verimli bir politika yürütmektedir, ordu ise her yerde hazır ve nazırdır. Hükümet bugünkü koşullarda, herhalde dışsal müdahalelerden çekinmemektedir. Şimdilerde en çok hangisinin, ulusçuluk hareketinin mi, yoksa asimilasyon politikasının mi zaferle çıkacağı merakla beklenmektedir.
Mr. Edmonds konuyla ilgili bir kaç olguya daha değindi: 1946 Aralığında Türkler, Tunceli (Dersim) bölgesini kapsayan askeri yönetime son verdi ve sivil yönetimi yürürlüğe koydu. Parlamento ve basında güvensizliği ifade eden açıklamalar yapıldıysa da, yönetim, bölgede asayışın yeniden sağlandığına emin olduğunu dile getirdi. Bu da Kürtlerle verimli anlaşmalar yapılabileceğini gösteren bir dönemin başladığının işareti sayılabilir. Görüşlerim fazla iyimser görünebilir, ama her şeye rağmen bunların umut verici gelişmeler olduğunu düşünüyorum.
COLONEL.W.G.ELPHINSTON: Mr. Stoakes'in sorusunu ele aldı. Onun, iki ayrı Kürt sınıfını temel alarak çizdiği tablonun açımlanması gerektiğini söyledi. Elphinston: Ulusçu harekete siyasi bilince sahip olmayan köylüler, sabık, yılgın subaylar ve dar gelirli Öğretmenler katılmış olabilir, ancak destek veren üçüncü bir sınıf daha vardır. Özellikle Irak'ta kısmen anayasayı da kontrol edebilen, anayasa çercevesinde Kürtlerin durumunun iyileştirilmesi için çaba gösteren, iyi eğitim almış pek çok sorumlu lider bulunmaktadır. Hali vakti yerinde olan Kürt köylüsü ajitatörlerin tuzağına kolay düşmüyor. Son zamanların Barzan ayaklanmasına büyük ölçüde kıtlık, battaniye ve giysi gibi eşyaların yokluğu neden olmuş; verilen sözlerin yerine getirilmemesi bardağı taşıran damla olmuştur. Arapları hırslandırmadan Kürtler için reformlar yapma düşüncesinin pratikte ne kadar uygulanabilir olduğu sorusuna gelince; geçmişte bu konuda, sanırım Mr. Edmonds'un yardımıyla bazi projeler hazırlanmıştı.
Projenin adı 3 ya da 5 "Liva-Planı" idi. Irak'ın Kürt, Sunni Arap ve Şii Arap biçiminde üç Liva'ya bölünmesini öngörüyordu. Projeye göre her Liva kısmi özerkliğe sahip olacaktı. Tütün ekiminin ve pazarının geliştirilmesi, Kürtçe konuşanlara memuriyet verilmesi ve Kürtçe okul kitaplarının arttırılması konularını içeren başka projeler de bulunmaktadır. Tugay Komutanı Clayton, geçenlerde Irak hükümetinin Kürtlerin hemen bütün makul istemlerini tatmin edebilecek bir proje üzerinde çalıştığını açıkladı. Üç Liva Projesi, hem Şii Araplar, hem de Sunni Kürtler için aynı derecede adil bir çözüm öngörmektedir. Hükümet, büyük ölçüde Sunnilere dayanmaktadır, ama Sunni Kürtlerle, Sunni Araplar birleşecek olsalar Şiiler azınlık durumuna düşerdi.
A. M. HAMILTON : Colonel Elphiston'un Kürtler üzerine yaptığı sunuştan memnunluk duyduğunu söyledi. Hamilton, Kürtlerin dünyanın en stratejik bölgesinde yaşadığını ve o bölgede gerçekleşen her eylemin büyük yankılar uyandırdığını, ancak buna rağmen Kürt sorununa yeterince ilgi gösterilmediğini söyledi. Bu konuda bazı gazetelere yazılar gönderdiğini anlatan Hamilton, Arap karşıtı bir eğilim yansıttığı gerekçesiyle yazılarının geri çevrildiğini açıkladı. Bunun sağduyusuzluk örneği bir bakış açısı olduğuna işaret eden Hamilton, geçmişte Irak hakkında olumlu düşünceler beslediğini ve bölgenin istikrarını gözeterek, sulama ve yol yapımı alanlarındaki birikimlerini danışmanlık sıfatıyla Irak hükümetine sunduğunu söyledi. Bu gün artık olaylara daha gerçekçi bir gözle baktığımıza inandığını belirten Hamilton, Kürtlerin oldukça kibar ve ölçülü insanlar olduğunu ve Rus etkisi altına girmeleri tehlikesinin bulunmadığını söyledi.
Hamilton, Rus tarafına geçenlerin kendi yönetimleri tarafından dışlanan Kürtler olduğu tahmininde bulundu. Bu tahminin özellikle Molla Mustafa için geçerlik taşıdığını ifade eden Hamilton, Molla Mustafa'nın, kendisinin Barzan'da sulama projesi üzerinde çalıştığı bir dönemde projeye büyük yardımlarda bulunduğunu söyledi. Kürtlerin bizden hoşlanmadıklarına hiç bir zaman inanmadığını ekleyen Hamilton, Kürtlerin sürekli Ruslarla ilgili konularda tartışmalarını doğal saymak gerektiğini, çünkü Rusların kanunsuzca Rewanduz'a girmelerini bağışlamadıklarını, bu nedenle De Major Haig geleneğine yakınlık duyduklarını da anlattı. Kürtler için ne yapabiliriz? Bir çok şeyi hesaba katmalıyız, diye konuşan Hamilton, kendisinin, Kürtlerin, Araplardan daha üstün bir ırk olduklarını görüşünde olduğunu söyledi. Hamilton, Türklerin, değişik Aşiretleri birbirine düşürmeyi ve özellikle de, Asurlulara karşı (çok önemli bir halk olan Hırıstiyan Kürtleri) kışkırtmayı alışkanlık haline getirdiklerini unutmamamız gerektiğini de söyledi. Hamilton, doğudaki gücünü yitirdiğini fark ettiği zaman Hırıstiyanlıktan Müslümanlığa geçen Abdul Ahmet örneğini verdi. Mr. Hamilton İran'dan yola çıkarak Urmiye üzerinden Irak'a geçtiğini ve Rusların 1946'da Azerbaycan'ı terk ederken gerçekleştirdiği son katliamın berbat manzarasını gördüğünü söyledi. Kürt ve Asurluların Ruslardan neden bu kadar nefret ettikleri sorusunun yanıtını ataerkil sistemle ilgili olabileceğini anlatan Hamilton, aşiret Kürtlerinin belki güvenlik temelinde bir durum değerlendirmesi yaptıktan sonra, Ortadoğu'da en istikrarlı güç olarak gördükleri Britanya'ya yöneleceklerini sandığını da sözlerine ekledi. Zafer kutlamaları vesilesiyle İngiltere'yi ziyaret eden Asurlular, Britanya'nın güçlü bir konumda olduğunu anlamakta gecikmediler diyen Hamilton, ayaklanmalara rağmen aşiretlerin çoğunun Britanya yanlısı olduğunu ileri sürdü ve Kürt bölgelerinde hiç saldırıya uğramadıklarını söyledi.
Hamilton devamla: Rus nüfuzunu kırmak için bağımsız Kürt devleti'ni amaçlayan harekete destek vermeliyiz. Irak ve Türkiye hükümetleriyle Kürtlerin durumunu garanti altına alan önlemler üzerinde pazarlıklar yürütmeliyiz diye konuştu. Bu düşüncelerini Dışişleri Bakanlığı'na da ilettiğini, ancak önerilerinin geri çevrildiğini söyledi. Hamilton, buna rağmen, o günden bu yana Hindistan'da, istemleri prensipte Kürtlerinkinden farklı olmayan Pakistan üzerinde anlaşma sağlanabildiğini de sözlerine ekledi. Bu soruların yanıtlarını kendisinin de bilmediğini, ancak Asurlular probleminin Pakistan sorunu ile benzerlik taşıdığına dikkat çekti.
Asurluların Britanya önderliğine hazır olduklarını ve hem Kürtlerin, hem de Asurluların Britanya'nın kendi gelecekeleri için oynayacağı rolün bilincinde olduklarını ekledi. Hamilton şöyle devam etti: Onlara işbirliği ve etkin yardım olanakları sunabilirsek, kendilerini güvende hissedecekler. Zira bugüne kadar onları bir çok kez yarı yolda bıraktık ve onları önemsemediğimizi açıkladık.
SIR ANGUS GILLAN : Colonel Elphinston'a konunun çok ilginç bir panoramasını verdiği için teşekür etti ve tartışmalara alışılagelmişin üzerinde zaman ayırdığı halde, daha söz almak isteyenler olduğunu, ancak süre dolduğu için toplantıyı bitirmek zorunda olduğunu söyledi.
http://www.demanu.com.tr/kovaradeng/yazi_08_Ali_Haydar.htm
Mafê Kopîkirin &kopîbike; PDK-XOYBUN; wiha, di xizmeta, Kurd û Kurdistanê daye : Pirojeya Kurdistana Mezin, Pirojeyên Aborî û Avakirin, Pirojeyên Cand û Huner, Lêkolîna Dîroka Kurdistanê, Perwerdeya Zimanê Kurdî, Perwerdeya Zanîn û Sîyasî, Weşana Malper û TV yên Kurdistane. Tev maf parastî ne. Weşandin:: 2003-04-28 (5093 car hat xwendin) [ Vegere ] | PRINTER |