KADIN HAKLARI MÜCADELESİNİN ANLAMI VE SORUNLARI "Kadınlar için mücadele etmek; insan hakları için, tüm insanlık için mücadele etmek demektir." MAZLUMDER, Kadın Hakları Komitesi / Mart 1999 Ülkemizde ve dünyada bir yandan insan hakları yüceltilmekte, diğer yandan da yoğun bir biçimde ihlal edilmektedir. Dünya nüfusunun yarısını oluşturan kadınlar, bu ihlallerden daha fazla pay almaktadırlar. Yüzyılımızın bu son 8 Mart’ı; bu ihlallere ve çözüm önerilerine yoğunlaşmak; başka bir ifadeyle kadını düşünmek için bir fırsat olabilir. Her şeyden önce şunun belirtilmesi gerekmektedir: Kadın hakları, bir insan hakkıdır ve kadın sorunu, insan haklarına ilişkin genel sorunlardan yalıtılmış bir biçimde ele alınamaz. Ancak bu yaklaşım, aynı zamanda, kadınların spesifik sorunlarını, maruz bırakıldıkları farklı baskı ve ihlal biçimlerini ve dolayısıyla genel insan hakları mücadelesi içinde ayrı bir mücadele alanının zorunluluğunu görmemizi engellememelidir. Bugün içinde yaşadığımız dünyanın her köşesinde kadınlar, sivil ve siyasal haklar bakımından olduğu kadar, ekonomik ve sosyal haklar bakımından da ciddi sıkıntılar içinde bulunmaktadırlar. Ne var ki kadın hakları kavramı, sanayi toplumuna geçişle birlikte ekonomik haklar eksenli ortaya çıkmış ve bugüne kadar, en temel sorun olan kadının onuruna yönelik ihlaller, tüm dünyada hep geriye itilmiştir. Hukuki haklar bakımından ciddi engellerin olmadığı ülkelerde de kadınlar; ayrımcılık, cinsel taciz ve çeşitli şiddet biçimlerine maruz kalmaktadırlar. Gelişmiş sanayi toplumlarında, kadına yönelik hak ihlallerini üreten ve kadın cinselliğini sömürerek kadınlara karşı işlenen suçlara kaynaklık eden bir kültür endüstrisinin bombardımanından söz etmek mümkündür. Kadının tarihi, onun insan yüzünün silinerek, araçsal bir değer haline getirildiği; eski esir tezgahlarından, çağdaş ucuz emeğe, modern podyumlara, reklam ajanslarına uzanan bir istismarın tarihidir. Avrupa dahil olmak üzere dünyanın her yanında süregelen çatışmalar ve savaşların en büyük kurbanları da kadınlardır. İnsanlık, tecavüzün bir savaş stratejisi olarak kullanılmasına yakın geçmişte Bosna’da şahit olmuştur ve sıcak çatışmaların sürdüğü her bölgede, bu suçun işlenmesini önleyebilecek uluslarüstü bir irade, ne yazık ki mevcut değildir. Ülkemizde de kadınlar ekonomik, siyasal, kültürel alanlarda çok boyutlu bir hak ihlalinin nesnesidirler. Sivil toplumdan gelen baskıların yanında siyasal sorunlardan kaynaklanan çatışmaların ürettiği şiddetin mağdurlarının başında da, yine kadınlar gelmektedir. Özellikle ülkemizin kanayan yarası olan Kürt sorunu çevresinde Güneydoğu'da yaşanan çatışmaların, ölümlerin ve diğer acıların görünmeyen yüzünde, onlar vardır. Türkiye’de kadın olmak, askerdeki veya dağdaki kocasının ya da oğlunun ölüm haberini almak demektir; vurulan polis babasının tabutuna kapanıp ağlamak veya gözaltında kaybolan oğlunu bulmak için, bir umut diye her Cumartesi gittiği Galatasaray Lisesinin önünde tartaklanmak demektir. Türkiye'de kadın olmak; ağıt yakmak ve ona en değerli varlığını kaybettiren “dava”lar üzerine; çocuklarını kaybetmeyen ve hiçbir zaman da kaybetmeyecek olan devlet büyükleri tarafından atılan nutukları dinlemek demektir. Ülkemizin diğer bir yarası olan din özgürlüğü sorununda da başlıca mağdurlar kadınlardır. Türkiye’de kadın olmak, kamusal alanda, değerleriyle birlikte varolabilmek için, uzun ve bitmek bilmeyen bir mücadeleyi göze almak demektir. Okula alınmamak, dersten atılmak, ikna odalarında inançları ile geleceği arasında tercih yapmaya zorlanmak, horlanmak ve aşağılanmak demektir. Binbir güçlükle mezun olduktan sonra ise çalışamamak, cezalandırılmak, işten atılmak ve evde oturup kocasının eline bakmaya zorlanmak demektir. Bu insanlık suçunun savunucuları veya icracılarının bir bölümünün yine kadın olması ise, sorunun en trajik boyutudur. Ancak Türkiyeli kadınların uğradıkları siyasal nitelikli hak ihlalleri, hiç kuşkusuz bu iki ana soruna indirgenemeyecek ölçüde geniştir ve bu sorunlar, Türkiye’de siyasal sistemin taşıdığı temel sorunların, kadınlarda görünürlük bulması olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla nihai çözüm, sorunun kaynağını unutmadan, bir yandan bu sorun alanlarındaki kadınlar için mücadele ederken, diğer yandan da mevcut siyasal sistemi, insan haklarına dayalı bir çizgiye çekmeye çalışmak olmalıdır. Ülkemizde kadınların yaşadığı acıların sürekliliğini sağlayan bu ve benzeri sorunların kaynaklarından birisi de, kadın inisyatiflerinin, kapsayıcı ve tutarlı bir hareket ortaya koyamayışlarında aranmalıdır. Sadece kendi dünya görüşünden ve yaşam biçiminden olduğunu varsaydıkları kadınların acılarını temel alan ve genel bir özgürleşme programı sunamayan sekter (parçacı) inisyatiflerin başarı şansından söz etmek mümkün değildir. Diğer bir zaaf ise, çeşitli kesimlerin, kendi tasarımlarındaki ideal kadın modelini esas alarak, “kadının kurtuluşu”nu, tüm kadınları bu modele göre biçimlendirmekte aramalarıdır. Kadını herhangi bir siyasal projenin aracı haline getiren bu gibi yaklaşımların en önemli sakıncası, onlara yönelik baskılara ideolojik kılıf oluşturma işlevi görmeleridir. Örneğin, bu tür modellerden birisine göre kadının örtünmesi, onun özgürlüğünü kısıtlamaktadır ve bu alandaki yasak, kadının lehinedir. Türkiye’de kadınların kendileri için seçtikleri giyiniş biçimiyle kamusal yaşamda yer almalarını engellemek için sıkça başvurulan bu argümanın bir benzeri ise, Afganistan’da Taliban tarafından kullanılmaktadır. Onlara göre de, dini kural sandıkları yerel örtünme biçimi dışında kadının kamusal alanda bulunması ifsat edici bir yanlıştır. Her iki yaklaşımın temelde ortak olduğu husus, kadının kendisi için belirlediği değil, devletin onun için belirlediği bir varoluş biçimini kabul etmek zorunda olduğu, aksi halde evden dışarı çıkamayacağıdır. Buradaki temel hata, herhangi bir görüşü savunanların kendilerini bağlaması gereken felsefi bir özgürlük tanımını, siyasal özgürlükle karıştırmaları ve dahası, bu görüşün propagandasını yapmakla yetinmeleri gerekirken, bunu dayatmaya kalkışmalarıdır. Çok sayıda dünya görüşünün, bir o kadar çok felsefi özgürlük tanımının mevcut olabileceğini göz önüne aldığımızda, özgürlükçü bir tutumun nasıl olması gerektiği açıktır: İnsan hakları çerçevesinde, sivil ve siyasal haklar kategorisini, ayrımsız bir biçimde ve bütün kadınlar için tanımak, özgürlüğü herkes için savunmak ve onun içeriğini belirlemeyi kadınların kendi tercihlerine bırakmaktır. Kadınların karşı karşıya bulundukları sorunların diğer bir bölümü ise, siyasal nitelik taşımayan hak ihlallerinden kaynaklanmaktadır. Bu sorunlar, aile içi şiddetten, işyerinde cinsel tacize kadar uzanan çok boyutlu bir ihlal zincirini ifade etmektedirler. Ekonomik bakımdan erkeğe bağımlı olmayan ve ailenin geçimine eşit ölçüde katılan kadınların da benzer oranlarda şiddete maruz kalmaları, sorunun ekonomik faktörlerin belirleyiciliğinin ötesinde bir derinlikte olduğunu göstermektedir. Bu anlamda toplumsal ve kültürel yapıda da giderilmesi için uğraş vermemiz gereken kurum ve değerler mevcuttur. Çünkü bu kaynak, kadına karşı adaletsiz ve baskıcı muameleler için meşrulaştırıcı bir kaynak olarak kullanılmaktadır. Özünden uzaklaştırılmış, erkek merkezli yaklaşım biçimleriyle anlaşılmaya çalışılmış ve gelenekle karıştırılmış bir din anlayışı da bu durumun sürmesine katkıda bulunmaktadır. Bütün bu koşullar altında Türkiye’de kadın olmanın kolay olmadığını söylemek gereksizdir. Ancak her şeye rağmen erkek olmak ne kadar iyi veya kötüyse, kadın olmanın da o ölçüde iyi veya kötü olduğunu bilen ve güzel bir geleceğe inanan kadınların yapacağı şeyler vardır. Özgürlüğü ayrımsız tüm kadınlar için talep eden bizler, kadının tarihini değiştirecek bir perspektifi; ve dünyamızı kadınlar ve erkekler için yaşamaya değer bir mekan kılacak dönüşümü birlikte gerçekleştirmek için hazırız. Çünkü inanıyoruz ki kadınlar için mücadele etmek; insan hakları için, tüm insanlık için mücadele etmek demektir. Ama unutmayalım ki, kadınların sosyal ve siyasal yaşama aktif katılımlarının önünde hem içsel (kadınların kendilerinden kaynaklanan), hem de dışsal (siyaset mekanizmalarından... kaynaklanan) nedenler bulunmaktadır. Çünkü ülkemizde kadınların bir bölümü, kendilerine erkekler tarafından biçilmiş rolü, kabullenmektedirler. Geleneksel aile yapısı ve paylaşılan roller, kadını kamusal alandan uzak tutmaktadır. Kadının siyasal hakları için en ileri saflarda mücadele verdiğini iddia edenlerin ufku; henüz kota demokrasisini aşabilmiş değil. Ülkemizin kadın kuruluşları; kadınlara, "koltuk sayısı kadar özgürlük" vaatlerini kabul etmiş gözükmektedirler. Oysa Türkiye kadınının % 75'i, yaşadığı durumdan memnun değildir. Gelenekler ve toplumsal yapı, kadının sosyalleşmesinin önündeki temel engeldir. Türkiye kadını, dayağı onaylamaktadır. Kadın emeği sömürülmektedir. Üniversiteli kadınların bile % 74'ü, evliliğinin ilk üç yılında koca dayağı yemektedir. Bu oran, gecekondulu kadınlarda % 90'lara kadar çıkmaktadır. Üniversiteli kadınların % 45'i eşleri tarafından küçük görülmektedir. Daha önemlisi, gerek kadınlar, gerekse erkekler; ülkemizde kadına karşı şiddeti, büyük oranda meşru kabul etme eğilimindedirler. Genel olarak medya, özel olarak da en çok kadın gazetecilerin çalıştığı ve sayıları son dönemlerde hayli artan kadın dergileri bile, toplumdaki kadının imajını ya da öyküsünü değil, medyanın kadın imajını okurlarına iletmektedir. Kadınlar, erkeklere nazaran medyada da daha zor yönetici olabilmektedirler. Kadınların sosyal ve siyasal hayatta, nüfusumuzla orantılı bir biçimde yer alamamaları, sadece kadınların önüne dikilen cinsiyet ayrımcılığı eksenli politikalardan ya da duvarlardan kaynaklanmamaktadır; bu tablonun kadınlardan kaynaklanan önemli nedenleri de bulunmaktadır. Tüm bu sorunları aşabilmek için MAZLUMDER Kadın Hakları Komitesi, tüm kadınları ve kadın örgütlerini; tek tipçilikten kurtulmaya; sadece kendi yaşadığımız sorunları değil, tüm kadınların sorunlarını görmeye ve bunları çözebilmek ve tüm kadınlarımızı özgürleştirebilmek için, birlikte daha etkin bir kadın hakları mücadelesi vermeye çağırmaktadır. 8 Mart 1999 Fermo, li vir mizeke !http://www.pdk-xoybun.com |