Adil Duran : ŞİDDET YAŞAM VE MÜCADELE ! . . . 27. 03. 2005 — Alışıla gelmiş davranış bozukluluklarımız yine revaçta ve bu güne kadar hiç bir şeyi kendimizde onarma gücünü göstermeden vucudumuzu belirsiz bir geleceğe doğru sürükleyen o değişmez düşünce yapısına sahibiz. Yaşama sanatında: birey psikolojisi açısından yaşamin başarı grafiğini yukarı çeken bazı faktörler var. Güç sahibi olma hayal gücü ne sahip olma oynama yetisi istek duyma ve yaşamda tesadüfleri yakalama gibi, ileri sosyal toplumlarda bireyler ta çocukluk evrelerinde bu ilkelerle eğitilirken; yaşamlarında da bu göreceli değişimin basamaklarını zorlamadan, geleceklerinde belirsizlik kuşkusu taşımadan bilerek, anlayarak, yaşayarak var olurlar. Geri toplumlarda insanlar genelde kompleksli ve belirsiz bir yaşam döngüsü içinde: ,, nihilist ,, mazoşist ve şiddet kültünü esas alan kırık bir düşünce yapısına sahipler. Daha farklı davranış ve düşünce özellikleri de sergilemekle birlikte, çabuk etkilenme, çabuk hareketlenme yetisi içinde zarar görür, zarar verirler, yani ‚ ’’öfke ile kalkar, zararla otururlar’’ bu duruşları çoğu zaman geniş kitleleri kapsiyarak onları belirli bir hedefe doğru hareketlendirir, akademik görgü ve birikimi olmayan bu oluşum belirli bir yaptırım gücüne sahip olduğu andan itibaren örgütlü bir inşa sürecine girer, ,,artık bu noktadan itibaren,, önüne geçilmez ve kontrolden çıkar. Feodal ve çarpık Kapitalist bir toplum yapısı içinden gelen, Baskıcı ve Sosyal şöven ve militarist toplumsal yapının etkileri en az ilk okul aydınlığından geçen Türk - Kürd vede güya Türkiyede olan bu sahte ülkede yaşayan devşirmeleştirilmiş olan azınlıklardan insanların yaşamlarındaki belirsizlik ve yoksulluk ve suç oranı düşünceye ve günlük hayatta ne şekilde yansıdığını rejimlerle çatıştıkça acı bir tablo olarak önümüze çıkmaktadır. Bu statukocu yapı baştan beri sınırlarını belirlemiş ve bu sınırları zorlayanlara hiç göz açtırılmadan işkence dahil, ölümü gerektiren cezalar reva görülmüştür. Çünkü tabuları olan bir toplum. Kemalizm-militarizm ve din. Sistemin bu üç bileşeni bireyin hak ve özgürlüklerini kıskacına alarak özgürce gelişimini sekteye uğratırken kafa yıkamış ve korkunç bir bilinç çarpıtması yaratmıştır. Bundan dolayıda ikameci bir anlayışla toplumu örgütlemeye ve toplumsal hareketleri yönlendirmeye çalışan muhalif güçlere;, hiç bir yaşama şansı vermemiştir . Uzun süredir, şiddet kültü ne dair yoğunlaşmış düşünceler beynimi zorluyordu. Bireysel şiddetin sınırlarını kestirebiliyordum, nedenleri, niçinleri ve bu neden ve niçinlerin arkasındaki nedensellikleri de. Toplumsal şiddet kültü ayni basit ölçü ye sığmaz. Programlı, amaçlı ve hedefi belli olan bir yaptırım gücü ne sahiptir. Bütün baskıcı iktidarlar çıkarlarını korumak ve ideolojileri gereği yaşamlarını sürdürmek için ; Korkutma-sindirme ve katletme metodunu devreye sokarak toplumu bir kıskaç cenderesinin içine alırlar. Ulusal ve sınıfsal mücadele tarzında ise Baskıcı,yani ezen ve sömüren sistemin bu insanlık dışı yaptırımlarına karşı Şiddet bir savunma aracı olarak ele alınmakta… Gerek Türkiye Sınıfsal güçleri, ve ortadoğu da ki devrimci güçler gerek Kürd ulusal kurtuluş hareketlerinin siyasi programlarının süsü ve lüksü olan bu savunma metodu doğal hukuku aratacak bir nitelikte pratik işleyişte özüne zıt yaptırımlarla,devrime ve ulusalcılığa gönül veren kitlesel yığınları şaşkınlığa uğrattı.! Sistemden gelen belalara göğüs geren kitleler, büyük fedekarlıklar ve özveri sonucu ile direnirken, örgütlerin gerek birbirileri ile, gerekse, örgüt içi çatışmalarda ki tutumları kitlelerde inanç çürümesine neden oldu ve bu keyfi - hukuksuz durum örgütlerin giderek erimesine ve dağılmasına neden oldu. Bazı örgütlerin de sansasyonel eylem tarzı, onları ayakta ve gündemde tuttu.bu durumda ise şiddete tapan, şiddeti tek kurtuluş aracı olarak gören bu çevrelerin / barış - özgürlük - kurtuluş ve sosyalizm / şiyarları yaşama nüfuz etmedi. Mücadelemizde Şiddet salt bir savunma aracı iken, mücadelenin diğer önemli araçları olan; Kültür - eğitim - akademik birikim ve görgü nün de tamamlanması gerekirdi. Bu gün eğitimlerini tamamlamamış binlerce genç üniversitelerden alınarak, sınıfsal yada ulusal mücadeleye mobilize edilmişlerdir. Savaş ve silahla yatan ve bu psikoloji ile kalkan bu gençlerin sosyal toluma yeniden entegrasyonu gerek buna rehabilitasyon da diyebiliriz. Çünkü dün beraber olduğu yoldaşını bu gün ayrı diye itham ederek yok eden zihniyetin insani hukukunu anlamak zor. Egemen güçler; bölücü - eşkiya yada anarşist - komünist diye yakaladığı insanlarımızı askeride olsa bir mahkemede yargılıyor. Mağdur olan kişi bütün burjuva hukuki haklarını kullanabiliyor ve iç hukuk hakları bittimi, uluslararası insan hakları mahkemesine baş vuruyor. Sınıfsal ve ulusal bazda ki örgütlerimizin hukukları egemenlerin hukukuna taş çıkartalacak niteliktedir. ( biri diğerini ihbar eder - ajan dır -d enir infaz edilir. Hem de sorgusuz..) ( Özgür iradesi ile örgüte giren bir birey kendi değerleri ile örgüt değerleri birbiri ile çakışmadığı noktadan örgütten ayrılır.- Hayin - damgası ile fermanı çıkar sonu. Ölüm ! ) Bunlar sıradan örnekler, detaylara girmenin bir yararı yok .Ama bu neyin hukuku ? Hangi siyasi defter de yazılı ? Bence şiddetin bu yönü ile tartışılması ve tarihten gelen bu biçimi ile ortadan kaldırılması lazım, ama yine şiddetle değil ! Yeni metodlar, köklü bir eğitim ve ciddi bir araştırma gerek. Devlet mekanizması içinde yukardan aşağı var olan şiddet, aile içinde de ayni etkiyle vardır. Devletin kurumlarında, okullarında ve aile den eğitim gıdalarını alan çocuklar birer şiddet tohumu olarak toplumda yeşeriyorlar. Hatta ev hayvanlarımızda toplumun bu sosyal yapısından etkileniyorlar, Avrupa, burjuva toplumlarında hayvanlar tamamen uyumlu, kedi köpek yatak odalarında ve agresiv değiller. Bizde ise agresiv ve saldırgan olabiliyorlar; çünkü onlar bizim sosyal yaşamımızdan etkileniyorlar. Şiddeti, şiddet araçlarını ve şiddete neden teşkil eden bütün nedenselleri ortadan kaldırmak, devrimcilerin görevi olmalı. Çünkü sınıf bilinci bilimin anahtarı ve ölçüsü olmakla birlikte, sömürülenlerin ve haksızlığa uğrayan ezilen kitlelerin eylem klavuzudur. Bilimsel sosyalizm argumanlarını bu dünyanın cenneti olarak kabul gören yükek insani ve sosyal erdemlerimizi yeryüzündeki yaşamın ilkesi haline getirerek, hayata bu yönü ile bağlanma istemimizi şiddet te kurban etmemeliyiz. Tarihi süreç zincirinin halkaları içinde değişik ülkelerde farklı süreç ve koşullar içinde verilen mücadeleler ve saptanan stratejik hedefler sonucu Sovyetlerde, küba da Çinde ki değişimler dönemseldi. iç dinamiklerin dönüştürülememesi sonucu içerde bürokrasi ve militarizm palazlandı ve baskı araçlarıyla, şiddetle sisteme egemen olarak hegemonyasını sürdürerek devrimci değişimi yenilgiye uğrattı. Dünyayı sarsan bu devrimci kıvılcımlar ezilenlerin bir çekim merkezi iken, yenilgi ile birlikte milyonlarca insanın beynini de domura uğratarak, toplumları etnik kavgalara, sefalete ve henüz alternatifi olmayan silik - belirsiz bir yaşamın içine sürüklemekle birlikte hayvanlaştırmanın da eşiğine getirdi. Bu gün yaşanan tek kutuplu dünyada ABD emperyalizmin dünya jandarmalığına oynama payesi ve fırsadı devrimci nüvelerin ve oluşumunun zayıflığından kaynaklandı. Bu durum ancak dünya genelinde ezilen halkların sosyal ve siyasal olarak birlik - gelişim ve edinimleri sonucu aşılabilinir. Bilgi çağında olan ezilen kitlelerin ve halkların teknik gelişmelerden ve kominikasyondan yararlanarak bilgiyi bir silah olarak kullanarak şiddeti ve şiddetin bütün araçlarını ellerinde bulunduran egemen güçlere karşı koymaması için hiç bir neden yok. Bu aşamada toplumsal şiddetin bir savunma aracı olarak dozu demokratik mücadele tarzı ve benzeri metodlarının yanı sıra haksızlığa sömürüye karşı direnen ve boyun eğmeyen duyarlı kitlelerin potansiyel gücü ile eşanlamda sürdürülmelidir. Daha doğrusu tümden insanlığın çıkarları gözetilerek insanlar bilgi ile donatılmalı ve haksızlığa karşı öyle mobilize edilmelidirler. Dünyamızı sarsan sömürü ve şiddetin sınırları gittikçe uzanmaktadır. Bu bağlamda tek tek ülkelerde ki direniş ve karşı koymalar yerine tümden insanlığı ilgilendiren bu sorun yeni dünya yaşantımızda insanlığın sorunu olarak ele alınmalı ve çözüm yolları üretilmelidir. 27. 03. 2005 |