PARTIYA DEMOKRAT´A KURDISTAN - XOYBUN

PDK - XOYBUN



Mersinde Bayrak Provakasyonu. Devletin bu Tepkisi Neye ?


29. Mart. 2005 — 20 Mart günü Mersinde ki Newroz Kutlamaları nın son bulduğu ve nevroz alanına bir kilometre uzaklıkta nereden ve kim tarafından getirildiği henüz açıklığa kavuşmamış Türk Bayrağının yere atıldığı, örselendiği veya 12- 14 yaşlarındaki çocuklar tarafından yakılmaya çalışıldığı bir sırada polisin devreye girerek bayrağı yakmaktan kurtardığı günlerdir gündemin ana teması.

Bir halkın veya ulusun manevi değerlerinden olan Bayrak denilen değerlere hakaret edici anlamda dokunulması her halükarda yanlıştır.

Foto : G.Doxan


Bu tür eylemlerden uzak durulması. Halkın ve ya Ulusun değer Yargılarına saygı duyulması evrensel bir kuraldır.

Ama Dünyanın her hangi bir ülkesinde şu veya bu nedenle şu veya bu ülkenin bayrağına hakaret edilmesi halinde de ne dünyanın sonu olmuş nede kilise Turmları ile cami minareleri devrilmiştir. Her şey yerli yerinde durmakta, Hayat normal seyri içinde devam etmekte.

Mersinde 20 Martta Newroz kutlamaları sonrası Bayrak Olay olur. O gün ses seda yok. Ta ki 22 Mart günü Genelkurmay başkanlığı o Meşhur bildirisini yayınlayıncaya kadar.

Tüm Devlet Kurumları, politikacılar Basın ve yayın Kurum ve kuruluşları ile Parti düzeyinde örgütlü Türk milliyetçisi olan kesimlerde ses seda olmadığı gibi bir hareketlilik de görünmedi.

İki gün gecikme ile yayınlanan Genel Kurmay bildirisi Ülke genelinde Irkçı ve Şoven dalgayı bir anda ayağa kaldı. Ülke içindeki Anti Kürt Koalisyonu silahlı Kuvvetlerin verdiği psikolojik ve moral destekle ayağa kalkmıştır. Bu ayağa kalkış Kime karşı? Ne için?

Genel Kurmay Bildirisi sadece ırkçı ve söven dalgayı yaratmakla kalmadı, Tüm Devlet Kurumlarının da bu dalga ile birlikte olduğu işaretini verdi. Bu nedenle tüm devlet kurumlarının açıklama yapmasını sağladı. Dahası, Türkiye’de İktidar Gücünün nerde olduğunu da pratikte gözler önüne sererek kendini bir kez daha ispatladı.

Bu bildiride Kürt halkına ‘’ Sözde vatandaş’ belirlemesini yakıştıran yaklaşımı ile Kürt halkının bulunduğu yeri uygun bir dille gösterdi. Tarihimizi bizlere hatırlatmayı gerekli gördü.

Genel Kurmay Başkanlığı Kurumu bu bildirisi ile Kürt ulusunu bir bütün olarak horlamak sureti ile Dost ve düşman çevrelere ben buyum dedi.

Kendisini Cumhuriyetin asli unsuru olduğunu gören ve her alanda biz bu devletin asli unsurlarıyız düşüncesini savunan ateşli çevreler; yerinizin neresi ve ne olduğunuzu acaba anlıyabildiniz mi?

Pek Anlaşılmış olduğunun izlenimi yok. Hala eski asli unsur olma safsatası devam ediyor. Asli Unsur iseniz bu kavga niye?

Birde açık bir şekilde yazarak ben söyleyeyim. Kürtler Genç Kemalistlerin kurmuş oldukları Devletin (Cumhuriyetin ) kuruluşunda asli unsur olamadı. O dönemde Kürtlere Kurulacak devletin asli unsuru olma fırsat tanınmadı. Asli unsur olma fırsatı tanınsaydı; Mart 1921 de Koçgiri hareketi olmazdı Koçgiri hareketin den sonra 1925 Sex Said hareketi,1928 Ağrıda İhsan Nuri paşa önderlikli hareket ve 1938 dersim hareketi ve son olarak 1984 den sonra süren çekişme, 15 yıllık savaş, 40 bin ölü ve 180 Miyar dolar parasal maddi kayıp, 3500 köy ve mezranın yakılarak tahrip edilmesi 5 milyonluk bir Kürt kitlesinin yerinden yurdundan sökülerek göçertilmiş olması. Tüm bu saydıklarımın yapılış mantığı nedir?

Günümüzde aktüel olan asıl kavga; Kürtlerin evrensel anlamda, Türkiye Cumhuriyeti devletinin asli unsuru olma kavgası değilmi?

Genel Kurmay Başkanlığı bildirisi ile Tarihimizi hatırlamamızı hatırlattı bu nedenle kendi tarihimizi Türk yöneticilerin Tarihe bir hazine olarak bıraktıkları, belgelerle hatırlamamızda elbette yarar var. O günkü açıklamaların ise Bu günkü açıklamalarla örtüşen belge ve dokümanlarını birlikte okumakta yarar var. Bakalım o dönemde neler yapılmış. Kimler ne söylemiş.


Neler Yapılmış



Tarihimizde, Kürt halkına nelerin reva görüldüğü veya nelerin yapıldığına birlikte bakmakta yarar var. Koçgiri hareketi döneminde Sivas valisi olan Ebubekir Hazım Tepeyran anılarında neler yazmış? Adı geçen vali Ebubekir Hazım Tepeyran Tarihe nasıl bir not düşmüş?


Sivas Valisi Ebubekir Hazım Tepeyran Katliam’ı Anlatıyor


Bu Soy Kırım hareketini dönemin, Sivas Valisi olan Ebubekir Hazım Tepeyran’dan dinleyelim:

‘’ 1 Ankara, cereyan eden muamelelerden haberdar edilse 130 Köyün hiçbir lüzum ve zaruret olmaksızın ‘Bir kere bu kadar asker toplandı, bir şey yapmazsak olmaz’ gibi vahşi bir mantıkla tamamen yakılıp yıkılmasına, suçlu suçsuz binlerce nüfusun katl (öldürme) ve ya açlıktan sefaletten ölüme mahkûm edilmesini muvafakat etmeyeceği pek aşikârdı.

Askerle çemberlenen köyler ahalisi söylentilerin doğruluğuna, yani Kürtlerin tenkil (ceza verileceği endişesi ile b.a.) edileceğine inanarak hayatlarını kurtarmak için köylerini, evlerini terk ederek dağlara sığınmaya mecbur olmuşlardır. Sırf can korkusuyla kaçan, isyan ve şekavetle suçlanarak boş kalan köyler yakılıp yıkılarak bütün mal ve eşyaları ve hayvanları müsadere(elkoyma ) edilmiştir.

Şu suretle Ümraniye nahiyesine ve Zara Kazası’nın merkezine bağlı köylerden 76 ve Divriği Kazasında 57 ki toplam 132 köy muharip bir düşman istihkâmları gibi yakılmış, tahrip olmuş ve yüzlerce nüfus öldürülmüştür. Ayrıca bütün mal, eşya, zahire ve hayvanları yağma olunmuştur. Binlerce nüfus da dağlarda, kırlarda açlıktan ve sefaletten ölüme mahkûm edilmiştir.

Ordu Kumandanı’nın, Mayısın 1 inden 30’una kadar cereyan eden vaka yi hulasası namıyla ve Sivas gazetesi ile neşrettiği resmi tebliği burada Okuyucuların dikkatine sunmakta fayda var. Naklediyorum.

‘Ümraniye Hadisesi amillerinden ve Koçgiri rüesasından Azamet ve kardeşleri Bahri ve Sabit Beyler Karaca viran Nahiyesinin en Şerir ve hunhar eşkıya reislerinden Filiçbeyli Hamu ve Zara ile Suşehri arasındaki asilerin reisi bulunan Çevirme hanlı aziz ve Naki’nin kardeşlerinin oğlu Naki ve Ali’nin kardeşi Haydar’ın taallukatından Pehlivan ve mutemedi Hüseyin Efendi ile Refahiye eşkıyasından Aşır ve 159 şaki ölü olarak ele geçirilmiştir.

Eşkıya reislerinden meşhur Ali’nin ve eşkıyaya muhbirlik eden Kaçurzade Haydar Bey ve Şerefiye eşkıyasından ve maktul Aziz’in arkadaşlarından İbrahim ve reislerden Felik âlinin babası ve üç kardeşi ile oğlu ve Şeyh Kasım namındaki casus ile 113 kişi ölü olarak ele geçirildi.

200 muhtelif cins tüfekle bir hayli cephane ve 118 beygirle birçok koyun ve diğer hayvanlar müsadere edilmiş ve 207 asker firarisi ve bakayası yakalanmıştır.’

İçlerinde en hunhar eşkıya reislerinden de bulunduğu beyan olunan asilerin 200 muhalif cins ve bir hayli cephane ile velev bir tanecik olsun asker yaralayamamış olması çok gariptir. Yani bu da gösterir ki Nurettin Paşa bu kadar nüfusu müsademe sureti ile değil katliam şeklinde öldürtmüştür.

Bu resmi tebliğde beyan olunduğu gibi müsadere edilen cinsleri muhtelif tüfekler 200’den ibaret olduğuna göre toplam 132 köyü tahrip olunan iki kaza dâhilinde bu kadar silah bulunması esasen bir isyan hazırlığına delalet edemeyeceği gibi ölü olarak ele geçirilen eşkıya denilen toplam 272 maktulden 72 sinin hiç silahı yokmuş demek oluyor.

Ahalinin her cinsten binlerce hayvanları alınıp orduca satılarak bedelleri de orduca alınıp hükümet sandığına senetle gönderilmiştir. Bu binlerce hayvan’ın nerede ve kanunen gerektiği üzere hangi daire veya memurlar tarafından arttırma ile satıldığı da meçhuldür.

Nurettin Paşa bu pek kahhar katil ve müsaderelerden sonra tahrip ettirdiği 76 köyün inşasını uygun görmeyip 16 köyde birleştirilmesini emretmiştir. Birbirlerinden saatlerce uzak 76 Köyün binlerce ahalisinin 16 Köyde iskânları mümkün olsa bile halkın, pek uzaklarda kalacak Mera Tarlalardan istifade edebilmelerindeki müşkülat’a nazaran Kumandan Paşanın esasen salahiyeti haricinde olan bu emir ve teklifi Dâhiliye Vekâletince bittabi tasvip olunmadığı halde Paşa, ısrar ederek köylerdeki hanelerini yeniden yapmak isteyen ahalinin şiddetle menedilmesini doğrudan doğruya mahalli hükümete emretmiştir.

Nurettin Paşa, hükümetin emniyetle kendisine verdiği salahiyeti pek kötü kullanarak ifa ettiği facialarla yetinmeyerek Koçgiri eşrafından katl olun an ( Öldürülen ) ve ya can korkusu ile dağlarda saklanan kişilerin ailelerini de Sivas’a sürmüştür.

Bu faciaları memuriyet vazifesi ve insanlık duygusu ile Dâhiliye Vekâletine bildirdim. Bu hususa dair olan telgraf namelerimde 6.6.1921 tarihli uzun Şifre telgrafın son fıkrası şöyle idi:

Bu harekette hükümet merkezinin rızası bulunmadığı adilane ve seri icraat ile fiilen gösterilerek gelecek nesillere haklı husumet nakleden ve edecek sebepleri bir an evvel ortadan kaldırmalıyız. Acı tafsilatını kâğıt üzerine koymak istemediğim bu müessir halin hulasaten ve gizli olarak zatıâlilerine arzını vatani bir vazife saydım.

Pek feci olan bu hadiseyi yakından görmek ne askeri hareketin cereyan şeklini mahallince tahkik etmek üzere Ankara’dan hususi bir heyet gönderilmesi pek basiretkarane bir tedbir olur.

‘son günlerde Zara Kazası dâhilinde 6 köyün bütün eşyasını ve hayvanlarını yağma ve altı kişiyi katlettiği mahalli kaymakamın resmi tahkikata dayanan telgraf namesinden anlaşılan taburun, Ordu Kumandanının akrabasından olduğu hakkındaki söylentiler de ayrıca teessüfü mucip olmuştur.

Bu yoldaki maruzatım Dâhiliye vekâletini lüzumu derecede ikaz etmekle beraber Doğu vilayetleri milletvekilleri tarafından beyan olunan lüzum üzerine Meclisçe tahkikat yapılmasına Büyük Millet Meclisince karar verilerek Sivas’a Yusuf İzzet Paşa ile diğer iki milletvekilinden oluşan bir heyet gönderilmişti.

1927 senesinde Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Hazretlerinin Millet Meclisi ( Parti Gurubunda) irat ettiği nutku, Koçgiri Tahkikat Heyetinin neticesini göstermektedir:

( Nurettin Paşanın Hükümetçe Merkez Ordusu Kumandanlığından nasıl azl ve Divanı harbe tevdi edilmek üzere Ankara’ya celp olunduğunu ve Meclisçe aleyhinde olan galeyan kendisinin idamını talep derecesinde ileri gitmişken Başkumandan sıfatı ile şahsen Meclis kürsüsünden Nurettin Paşa’yı müdafaa ederek nasıl kurtardığımı da izah etmiştim ) ‘’

Koçgiri Hareketi döneminde Sıvasta vali olan Ebubekir Hazım Tepeyran’ın anılarında belirttiği gibi bir katliam (Soy kırım) yapıldığı Kemalist devletin bir valisi tarafından beyan edilmekte. Daha fazla yoruma gerek olmadığı kanısındayım. Yalnız iki noktaya açıklık getirmekte yarar var.

1-Yakalanan 207 Kişi nin asker Kaçağı olduğu. Bu Kişilerin askere gitmek veya askerlik yapmak istememelerine rağmen cepheye sürülmeleri. Burada görülmesi gereken konu şu: Kürt gençleri o ortanda ve o şartlarda Türk ordusu içinde, Türklere askerlik yapmak istememektedirler. Bu nedenle de genellikle kaçaktırlar.

2-Köylülerin hayvanlarına ve diğer taşınır mallarına el konarak satışa çıkarılması. Zahire ve yiyeceklerin bir daha kullanılmaması için dağıtılarak telef edilmiş olmasını, bölgedeki en yetkili Mülkiye amiri olan Vali’den dinlemiş olduk.

Birde 1927 lerden sonraya bakalım.


Sex Said Hareketi fiilen bitmiştir. Buna rağmen temizlik hareketi devam eder. Hem de acımasızca. İslam Kardeşliği adına yapılan katliamları gene o günün yetkili ve rütbeli bir albayın anılarından dinlemekte yarar var !!

Fiilen silahlı direnme sona erer ermez Devlet yeni bir yok etme hareketi başlatır. İbret verici Katliam tablolarını, Alpay Kabacalı dan dan dinleyelim. Bu katliamlar kardeşlik adına yapılmakta.

Katliam’ın Bir kaç dehşet tablosu

Mutki Ayaklanması


‘’ 2 Sason ayaklanmasından sonra Bitlis valiliği 2. Tümenden Mutki’deki 35 Köy’ün göçürülmesini ( Boşaltılmasını ) istedi. Kısa bir süre sonra daha tümenden yanıt gelmeden ‘ Nakil emri verildi ‘. Bunun üzerine Mayıs 1927 de 6200 dolayında nüfusu olan sekiz aşiret ayaklandı. Mutki’nin kuzeybatısındaki Hüvit bölgesinde yaşayan 8800 nüfuslu dört aşiret’in de ayaklanmasından korkuluyordu. Bu on iki aşirette 1900 dolayında silah bulunduğu tahmin edilmekteydi.

O sıralarda, Sason ayaklanmasını düzenleyen ve ele geçirilemeyenlerden Mehmet Ali Yunus’un Hazro Kuzeyindeki Asi ve Küstü bölgesinde adamlarıyla birlikte yeni kışkırtmalara giriştiği haber alınmış, bunları izlemek üzere kuvvetler gönderilmişti. Çarpışmalar başlamıştı.

Tepeleme (Yok etme ) harekâtı planı yapıldıktan sonra 18 ci alay ile 2. Seyyar jandarma alayı ayaklanma bölgesine gönderildi. Taarruz 1. Haziran. Günü saat 3.30’da başlatıldı. 18 Alay, Kermelik dağının doğusundaki hakim tepeleri ele geçirdi. Bu taarruzda bir şehit üç yaralı verildi. Ayaklananlar kayıplara uğradılar. Aileleriyle hayvan sürülerini mağaralara ve Küslüt vadisine kaçırdılar. Daha sonra Zorik ve Asi Köyleriyle Arziyo ve Kermelik dağlarının en yüksek tepeleri işgal edildi. 2. Seyyar Jandarma alayı da Müşkeder köyünün güneyindeki taşlıkta direnen ayaklanmacıları tepeledi; tümüyle yaktığı Müşkeder’i ve Küsküt köyünü işgal etti.

‘‘Temizleme ameliyesi ‘ günlerce sürdürüldü. Birlikle, 2. Tümen komutanlığının ‘ Fiilen ayaklanmaya katılan ve askere silah kullanarak birçoklarının şehit düşmesine sebep olan asilerin, dehalet etseler( aman dileseler ) bile, aflarının doğru olmayacağı; esasen bunların dehaletleri ( Af dilemeleri ) doğru olmayıp askerin baskısı dolayısıyla başka çare bulamadıklarından ileri geldiği; bu sebeple bunların ilerde de zararlı olmalarını önlemek için eli silah tutanların tümüyle yok edilmelerinin zorunlu olduğu; zira hepsinin silahlı direnmeleri sırasında askerlerimize birçok yaralı ve şehit verdirmiş oldukları; ancak şu sıra dehalet etmek te olanların dehaletine engel olunmak üzere teslim alınanların 18. Alay’a teslimi ve harekâtın sonunda sevkleri sırasında kaçmaya yeltenenlerin yok edilmeleri gerektiği ‘’ yolundaki buyruğuna uydular. Mehmet Ali Yunus ele geçirilemedi.


2.Tümen, Hazro’da bulunan Tugay komutanlığına 17 Haziranda yeni bir buyruk(emir b.a)verdi: Uzun süreden beri hükümeti aldatmaya ve silahlı olarak zor duruma sokmaya çalışan Alikan aşiret reisi Halil Semi ile Ali Osman’ın Beşiri’deki çocuklarını ve ailelerini kurtarmak üzere, buraya saldıracakları, sonra sınırı geçecekleri anlaşılmıştı. Bunların yok edilmelerine karar verildiği belirtiliyor ve yapılacak harekâtı ayrıntılı olarak anlatılıyordu.

Harekât sırasında ayaklanmacılarla yer yer çarpışmalar oldu. Birçoğu yok edildi, Köyler yakıldı. Koyun sürülerine ve eşyalarına el kondu. Bir kısım birliklerde yeniden Mutki yöresine giderek Buban ( Baban ) aşiretinin bulunduğu Hersan, Silent, Kersu bölgesinde yakaladıklarını jandarmaya teslim etti. Köylerden kaçmayanlara da ovaya inmeleri bildirildi.


5 Temmuz 1927 günlü buyrukla ( emirle ) Mutki dolayında Buban ( Baban) aşiretinden ayaklanma halinde olanların yok edilmesine yönelik Mutki harekâtı başlatıldı. Birçok bölgeyi kapsamına alan bu tepeleme ( Yok etme b.a.) harekâtı, bir takım genel ilkeler çerçevesinde gerçekleştirildi.

‘’ Askere silah atanlar bu işi köyce yapmışlarsa, bunların köyleri yakılır ve hayvanları Müsadere ( el koyma ) edilir... Bütün harekât ve faaliyette esas adalettir. Ayaklanma sahasının büyümesine ve asi kitlesinin çoğalmasına meydan bırakılmamalıdır. Hükümet ve askere karşı, maksatlı olmayıp, kandırılmak ve ya zor yüzünden, ayaklanmaya katıldığı anlaşılanların ve böyle bir hareketi huy etmiş olanların iyi muamele ve affa tabi tutulmaları uygun bir idare tarzıdır.’’

Eşkıya muharebesi taktiğiyle sürdürülen ve 25 Ağustos 1927’den sona erdirilen harekât sırasında kimi ayaklanmacılar kaçtı. Çoğu yok edildi. Bir bölümü yakalandı. Ayaklanma bölgesinde taranmamış yer kalmadı.’’


İkinci Ağrı Harekâtı



Haziran 1926’da gerçekleştirilen Ağrı harekâtı sırasında ayaklanmacıların çoğunun İran’a kaçtığı, kesin sonuç alınamadığı gerekçesiyle, Üçüncü ordu Müfettişliğinin önerisi ve genelkurmay’ın onayıyla ikinci ağrı harekâtı düzenlendi.

9. Kolorduya bağlı iki tümenle gerçekleştirilen ve 13 Eylül 1927’de başlatılan harekâtta, ayaklanmacıların İran’a Kaçmalarının önlenmesi için Serdar bulak’ın tutulmasına özen gösterildi.

Mevsim dolayısıyla ayaklanmacıların indiği Demir kapı, Zor ova Celal, Kozlu, İnek Vadisi gibi bölgelerde sürdürülen harekât sırasında taarruz hedefi, Serdar bulak ve Biçare güneyiydi. 29 Alay baskına uğradı; Hayvanların hepsi, beş makineli tüfek, beş subay ve erlerden ayaklanmacıların eline geçti. Buna karşılık 9 Tümen çok arızalı, kayalık, susuz bir bölgede büyük direniş göstererek her taraftan taarruz edip ayaklanmacılara 120’den fazla ölü, 250 dolayında yaralı verdirdi, beş bine yakın hayvan ele geçirdi. Birkaç gün sonra, Tutsak alınan Alay komutanı Yarbay Tevfik, 1. Bölük komutanı Yüzbaşı Nuri ve beş er kaçarak 29. Alay’a katıldılar. Kayıp er sayısı 17’ydi. ( Burada bahsi geçen Yarbay, Tevfik ve 1 ci Bölük Komutanı Yüz.Nuri ve beş er ‘in İhsan Nuri paşanın hatıralarında yazdığı kadarı ile serbest bırakıldığı yönünde b.a.)

Bütün harekât ağır ve hafif maki nalı tüfeklerin desteğinde piyadenin süngü kullanması şeklinde oldu. Genelkurmay, Birinci Ağrı harekâtındaki tekrarlanmış olması yönünden kesin sonuç alınamadığı görüşündeydi.

Daha sonra bölgede alınacak önlemler belirlendi. Bir takip komutanlığı kurulması, bu komutanlığa ayaklananlara yataklık eden yada başka yollardan yardımda bulunan köylerin yakılıp yıkılması yetkisi de verilmesi önerildi. 9.Kolordu Komutanı Sedat Paşa, ayrıca merkezi kara kösede olmak üzere bir haber alma örgütü oluşturulmasını öngörüyordu. Bu örgüt Kürtlerin durumu ve haydutluk hareketlerine dair Çabuk bilgi edinecek, Propagandanın ve özellikle silah kaçakçılığının önüne geçecek ve alınan haberleri çabuk merkeze ulaştıracak kişiler ve gereçlerden kurulmuş olmalıydı.


1. Ekim 1928 ‘den başlayarak görev yapmak üzere Kara köse Takip Bölge Komutanlığı kuruldu ve bu göreve 9. Tümen Komutanı Albay galip atandı.


Bicarda Tepeleme Harekâtı



Sêx Said Ayaklanmasının bastırılması sırasında kaçmayı başaranlardan birçoğu Çotele, Lis, Cibir, Faso, Miri, İsmail gibi yüksek dağların, sık ormanların, derin vadilerin keskin uçurumların yer aldığı Murat suyu- Sason Havzası- Silvan- Hazro- Akil’le çevrili Bicar yöresine sığınmışlardı. İn Mağara ve komlarda yaşıyorlardı. Buralara takip müfrezelerinin ulaşmamış olması yüzünden, yavaş yavaş eyleme yönelmişlerdi. Ayrıca Güney sınırlarından Fransa bölgesine sığınan bir gurup da yeniden sınırın bu yanına geçmiş, Kışkırtıcılığa başlamıştı. Bunların izlenmesi amacıyla oluşturulan müfrezeler çarpışmalar sırasında bozguna uğratılarak, pusuya düşürülerek kayıplar vermişlerdi. Bu gelişmeler üzerine Üçüncü ordu müfettişliği önce 7. Kolordu Komutanı General Nazmi’yi ( Solok ), Haziran 1927 de Elazığ havalisi Komutanı Albay Mustafa’yı ( Sonradan ’33 Kurşun olayı dolayısıyla idam’a mahkûm edilen General Muğlalı ) bu bölgeye gönderilmişti.

Otuz dört gün süren incelemelerinden sonra tepeleme harekâtını yönetmekle görevlendirilen Albay Mustafa, Lice’de buyruğuna ( emrine ) verilen birliklerin emir ve komutasını üstlendi.

7 Ekim 1927 günü müfrezeler araziyi tarayarak hedef yönünde harekete geçti. Önlerine rastlayan köyleri tarayarak, derin vadilere ve sık ormanlara keşif kolu sürerek geniş bir arazi şeridinde ilerlediler.

Kimi köylerin daha önce boşaltıldığı görüldü. Ormandaki inlere varıncaya kadar arazi dikkatle araştırıldı. Buralara sığınan hemen herkes toplandı. Kadınlar ayrıldı; Silahlarıyla tutulan ve ayaklanmacılarla ilişkisi olduğu anlaşılan hemen Kurşuna dizildi. Boşaltılan Köylerden eşkıya ile birlik olduğuna inanılanlar ( Baytan, Mürtezan, bölgesinde 22 köy ) Yakıldı. ‘ Kül haline gelen saman yığınları arasında mukadder akıbete uğrayan birçok eşkıya avenesinin cesetleri teşhis edildiği gibi, takip müfrezeleri buraya yaklaştığı sırada elinden silahını atarak kendine masum hal ve tavır veren birçok kimse dahi yakalanarak hemen imha edildiler. Tanınmış elebaşlarından Haltlı Sadri de Müfrezeler tarafından yakalanarak öldürülmüş, Süpülük dağının taranması sırasında Ömer Faro çetesine mensup 49, Emin Miko Çetesine mensup 6 silahlı ve 39 silahsız, Kançavare ormanlarında da yine Emin Kiko’ya mensup 4 silahlı, 12 silahsız şaki tutularak öldürüldüler’ ( R.Hâllı, agy. S.240 )

( Katliam Tabloları dehşet verici: İnsanların sorgusuz sualsiz kurşuna dizilmesi. Dünkü mantık bu gün aynen devam etmiyor mu? Yakılan yıkılan 3500 Köy Yerinden yurdundan göçertilen beş milyon insan. Geçmişteki tablolar kadar dehşet verici değimli? Hala ayni mantık devan ediyor. Üstelik bu dehşet tabloları kardeşlik adına yapılıyor. Çocuklarımız bu dehşet tablolarını yeri ve zamanı geldiğinde demokratik yollardan, insan hak ve hukukuna uyan davranışlar çerçevesinde, uluslar arası kuruluşlar nezdinde sorgulamalı. Sistemi ve insanlık suçu işleyen soy kırımcı asker ve sivil yöneticileri teşhir ederek soy kırımcı olduklarını dünyaya göstermelidirler. b.a.)

13 - 22 Ekim arasındaki ikinci aşamada aynı yöntemlerle Seyfan, Zikdi, Arşik Dağı, Ardoşin güney bölgesi ayaklanmacılardan arındırıldı. Onlara yataklık ettikleri kesinlikle anlaşılan 60 kadar köy yakıldı, 450 kadar ayaklanmacı öldürüldü. Bunların sınır dışına kaçırılmak istenen bütün sürüleri ele geçirildi.

Üçüncü aşama 24 Ekim 1927 sabahı başladı. Bu sırada Türkiye’de ilk nüfus sayımı yapıldığından, ayaklanmacılara zaman kazandırmamak için, yola getirme harekâtıyla sayım işi birleştirildi. Bölgenin uzak köylerine gidecek memurların yanına müfrezeler verildi. Birlik bulunan yerlerde sayım, bunların koruması altında yapıldı. Bu arada eşkıyadan zulüm gördüklerini söyleyerek müfrezeleri yanıltmak, atlatmak isteyen köylere rastlandıysa da, daha önceki deneyimlerinden yararlanan müfrezeler, böyle durumlarda bir yandan köyü kuşatma altına aldılar, bir yandan da kaçanları izlediler. Timuri ormanlarında bu şekilde müfrezeleri kandırıp sonradan kaçanlardan 38’i yakalanarak öldürüldü. Şüpheli bir durumda ele geçirilen ve yargılanmak üzere Lice’ye gönderilirken yolda muhafızların silahlarını almaya kalkışan 31 kişi daha öldürüldü. Hüveydan bölgesindeki köylerin hepsi yakıldı.

Bunlara benzer başka olaylarla karşılaşıldıysa da, ayaklanmacılar sözü edilmeye değer bir karşı koyma hareketinde bulunmadılar. Havali Komutanlığı, Karargâhıyla birlikte 17 Kasımda Lice’den ayrıldı. ‘’


Olayları yazan Kurmay Albay Reşat Hâllı :

Olaylar insanı dehşet düşürecek bir boyutta. Burada benim dikkatimi çeken ilginç birçok cümle katliam’ın boyutunu gözler önüne sere serpe döker nitelikte

13 Şu kadar eşkıya yakaladık ve öldürdük. Deniliyor.

- Öldürülen insan sayısı ile ele geçen silah adedi arasındaki dengesizlik. Şunu ayan beyan açığa çıkarıyor. Yakalanan insanlar silahsız insanlardır. Korkudan kaçmış olmaları büyük bir olasılık. Çünkü çatışmadan bahsedilmiyor. Veya çatışma yok. Yakaladık ve öldürdük denilmekte.

- Yolda götürürken kaçmak istediler. Öldürdük.

- Her ne kadar ormanlarda şu kadar eşkıya yakaladık diyorsa da: Ormanlarda ve
Mağaralarda genellikle saklanana çocuk, Yaşlı ve kadınlar la hasta yardıma muhtaç insanlardır. Bunların öldürülmesi büyük bir marifetmiş gibi gösteriliyor.

- Dahası Bölgedeki Tüm köylerin yakılması. Bir coğrafyanın tahrip edilmesi degil mi dir?

- Planlanmış bir soy kırımın anlatım’ı, ettik açısından da ahlaki değerlere ters. Yapılanların soykırım olmadığını söylemek mümkün mü? Kardeş’iz değimli? Ne tatlı soykırımcı kardeşlerimiz varmış. Bu dehşet tablolarını bir Kürt Yazardan veya yabancı bir kaynaktan okumuş olsaydım acaba derdim. Şöyle bir düşünürdüm. Acaba anlatımda bir kasıt veya bilinçaltı bir ön Yargı var mı diye kendi kendime sorardım.

Ama ne acıdır ki bu dehşet tablolarını rütbeli kurmay bir Türk subayı olan kurmay albay’ın anlatması ne denli yüz kızartıcı ise bu dehşet tabloları niteliğindeki cinayet ve soykırımların Ülkenin bölünmez bütünlüğü için yapıldığını söylemekte, Türk halkı adına o denli yüz kızartıcı, bir davranış olur kanısındayım.

1937-1938 Dersim Kırımı konusunda da bu denli vahim dehşet tablolar mevcut. Konuyu daha fazla uzatmamak için buraya alma gereği görmedim.

Topraklarımızda Kardeşlik nutuk ve naraları ile bir soy kırım gerçekleştirilmiş. Bunun sonucunda bu katliamların rehavetini yaşayarak histeri nöbetleri geçiren o günün basını Kürt davasının bittiğini, Kürt ve Kürt Hareketin öldüğünü ilan eder.

Milliyet gazetesi vasıtasıyla cenaze namazını kılarak Kurdu Kurdista nı bir karikatür niteliğindeki bir resim ile öldüğünü var sayar ve Ağrı dağına ulaşılamayan zirvesine defneder.

Ağrı hareketinin son bulmasından sonra Milliyet gazetesi aşağıdaki Karikatür le Kürt ve Kürt hareketinin öldüğünü var sayar ve ağrı dağına Kürdistan’ı defneder.


1984 den sonraki savaşta Kafa , Burun, Kulak vb. kesme olayları ise canlılığını koruyor.


Geçmişte Kim ne söylemiş


Birinci Dönem Mardin Milletvekili


Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Açıklaması


Birinci dönemden itibaren Mardin den Kürt Milletvekili sıfatı’yla Ankara’ya çağrılı olarak getirilen ve O dönemde Milletvekili olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun aşağıdaki açıklamasında izah etmeye çalıştığı siyasi tespitleri oldukça ilginç. Y.Kadri Karaosmanoğlu, diğer yandan M.Kemalin gücünün nelere kadir olduğunu veya kendisi için bunun böyle kabul edildiğini görmemiz mümkün. Bu belirlemelerde bulunurken hiç sıkılmadan ve tarihe karşı insani ve ahlaki sorumluluk ölçüsü tanımadan açıklamasını sürdürür.

Dinleyelim :

‘’3 Bu muharebelerin kızıl alevleri iki ırk arasında mücadelenin sonu değil. Bilakis başlangıç anlamına geliyor: Avrupalıların kendileri gibi Ari ırkına mensup olarak gördükleri Kürt ırkı ile Moğol olarak telakki ettikleri Türk ırkı arasındaki mücadele...’’ Moğol olarak övünen bu milletvekili, vakitsiz bir gayrette bulunuyordu.‘’ Gün gelecek, Atatürk’ün kararnamesi ile bütün Türkler de Ari olacaklardı. Artık kendileri gibi Ari, fakat aşağı bir türden olan Kürtleri yok etmek için sebepte kalmıyordu. Söz konusu olan sadece onları asimile edip, Cumhuriyetin bilinçli ve düzenli vatandaşları yapmak olacaktı. Bunu sağlamak için seçilen vasıta da Kürt ahalinin, toplu halde karlı dağlardan, Yüzde yüz yerli Türklerin bulunduğu Anadolu bozkırlarına doğru sürülmesi idi. ‘’

Dönemim Kemalist kalemi ve ayni zamanda Kürt Bölgesini temsil eden milletvekili Y.Kadri Karaosmanoğlu M. Kemalin bir Kararnamesi ile Türklerinde Ari ırk yapılacağını söyler. Ne diyelim! Kemalizm her derde deva olduğuna göre Türk milletini de bir kararname ile Ari ırk yapar mı? Yapar. Neden olmasın’ki? Olur, mu dersiniz? Şimdiye kadar olmadı !

. Mahmut Esat Bozkurt’ un açıklaması

Türkiye cumhuriyeti Hükümetinin Adalet bakanı Mahmut Esat Bozkurt ödemişte seçmenleri önünde şu açıklamayı yapar

.’’ 4 Biz Türkiye denen, dünyanın en hür ülkesinde yaşıyoruz. Mebussunuz inançlarından samimiyetle bahsetmek için buradan daha da müsait bir ortam bulamazdı. Onun için hislerimi saklamayacağım. Türk, bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibi. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette bir tek hakları vardır. Hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı;

Dost ve düşman ve hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler’’ Der. Dağlardaki belirlemesi Ağrı dağı doruklarında üslenen İhsan Nuri Paşanın önderliğini ve yönetmenliğini yaptığı harekete göndermede bulunarak yapmaktadır.



Evet, Generalim Tarihimizde Türklerin Kardeşim dediği Kürt kardeşlerine reva gördüğü daha nice katliam tabloları var. O katliamlarda öldürülenlerin öldürülmüş olmalarından dolayı, geride kalan çocukları ve ya torunları için utanç duyulacak bir durum söz konusu değil. Dahası Bunların Türk halkına karşı herhangi bir kin, Düşmanlık ve intikam alma duyğularıda olmamıştır. Yapılan bu katliamlar tarihimizde bir er kesit olarak kalmıştır. Horlama ise dün olduğu gibi bugünde sizin tarafınızdan da yapılmaktadır. Peki, sizin bu kin ve nefretiniz ile horlama sebebini acaba medeni bir insan üslubu ile sormak hakkımız değilmi?

Sizde yapılmış olan bu katliamların, Kürt halkına reva görülen horlama ve aşağılamanın ahlaki ve insani bir boyutu olduğunu söyleyebilirimsiniz?

Mersinde Genel Durum


Mersin’deki Demografik ve ekonomik duruma dayalı yapı

Bir liman kenti olan Mersin 1978 yılında 70-80 bin nüfusa sahip.1984 yılından sonra Türkiye Kürdistan ında sürdürülen savaş nedeni ile bölgede baş gösteren göç ve bölgenin boşaltılmasından kaynaklanan politikanın bir gereği olarak; Mersinde bu göç politikasından nasibini alarak günümüze 750 bin ila 900 bin arasında değişen bir nüfus yoğunluğuna ulaştığını söylemek mümkün.

Etnik Yapı olarak Türk, Kürt, Arap etnik yapılar yanında dinsel açıdan da renkli bir yapı gösterir. Alevi, Suni, Hıristiyan, inanışına sahip olan yapılar mevcut.

Mersinde Seçmen Profilinin renkliliği Ve oy dağılımı

3 Kasım 2002 Pazar günü yapılan Milletvekili genel seçimlerine 19 siyasi parti seçime katılır.

Partilere göre oyların dağılımı

3 CHP’nin almış olduğu oy oranı %23,77
4 MHP nin aldığı oy oranı % 17,70
5 AKP’nin Almış olduğu oy oranı % 17,37
- DEHAP’ın almış olduğu oy oranı % 9,15
6 Doğru Yol Partisi’nin almış Olduğu oy Oranı % 8,39
7 Genç Partinin almış olduğu oy oranı % 6,62
8 Ana Vatan Partisi’nin aldığı oy Oranı % 6,36
9 Diğer 11 Parti ve Bağımsızların almış olduğu oy oranı % 10,64

Bu hale göre Mersinde MHP ve Diğer partilerin örgütlü olması yanında Kürtlerinde örgütlü bir güç olduğu bir gerçek. Üstelik MHP Oy dağılımı itibari ile birinci parti olmadığı gibi kopardığı gürültü kadar güçlü bir kitle tabanına da sahip değil. Ne var ki Militanlardan oluşan bir örgütlü yapıya sahip olduğunu söylemek mümkün.

Mersin Ticari anlamda da oldukça renklilik gösterir. Liman kenti olması nedeni ile Kara para, Uyuşturucu ve diğer her türlü yeraltı dünyasının yerleşik ve örgütlü olduğu bir alan.

Bu renkli yapısından dolayı Mersinde eğemem olmayı elden kaçırmak istemeyen yeraltı dünyası egemenleri gerekli ve uygun gördükleri dönemlerde, etnik bir çatışmadan tutun inançlara dayalı çatışmalara kadar bir takım eylemler örgütledikleri sık sık görülen olağan vakalar haline gelmiş.

Bu yıl 52 İlde Newroz kutlamaları organize edilmiş. Hiçbir yerde kayda değer her hangi bir olay olmaz. Ama Mersinde bir kışkırtma yaratmak için bayrak yakma olayı organize edilir.

Günümüzde şu ve ye bu devletin bayrağının yakılması sıradan bir olay olarak algılandığı bir gerçek. Bu nedenle de bayrağı korumak için de bir kanun yapılmış’’ BİA (İstanbul) - Bayrak Yasası'nın 7. Maddesi yazıyor: "(...) bayrak yırtılamaz, yakılamaz, yere atılamaz (...) Bu kanuna ve tüzüğe aykırı fiiller yetkililerce derhal önlenir ve gerekli soruşturma yapılır..."

Yasanın 8. Maddesine göre, soruşturma sonucunda suçlu bulunanlar "suçları daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde Türk Ceza Kanununun 526. Maddesi uyarınca cezalandırılır". Bu maddeye göre de: "(...) eylem ayrı bir suç oluşturmadığı takdirde, 3 aydan 6 aya kadar hafif hapis ve hafif para cezasıyla cezalandırılır." Ertuğrul Kürkçü Makalesi. Gelawej sitesinden alındı’’

Görülüyor ki Bayrağı yakanlara verilmesi gereken ceza 3 ila 6 ay arasında hafif bir ceza. Peki, ceza bu denli hafif olduğuna göre Koparılan fırtına neden bu denli büyük?

Mersinde koparılan bu fırtınaya göre Dünyada bayrakları ayaklar altında olan Amerika ve İsrail in Dünyaya savaş ilan etmesi gerekir. Çünkü Amerika ve İsrail bayrakları her gün Dünyanın şurasında burasında yakılır, yırtılır ve ayaklar altında. Dahası ABD bayrağından iç çamaşır dan dan tutun da Plajlarda kadın ve erkeklerle çocuk ların mayolarında da görmek mümkün. Öcalan’ın İtalyada olduğu bir süreçte, İtalyan Bayrakları Türkiye de az mı yakıldı yırtıldı? Kıbrıs sorunundan dolayı azmı Yunanistan bayrağı yakıldı yırtıldı. Bir toplumun Kendi bayrağına saygı duyması güzel bir duygu. Ama Başkalarının bayraklarına da ayni hassasiyetin gösterilimesi ise dahada güzel ve erdemli bir davranış olur kanısındayım.

Bayraklarına bu denli hakaret edilen ülkeler açıktan hiç bir reaksiyon göstermiyorlar. Bayrağı yakmak istedi denilen çocuklar yakalandı. Olayın bir kışkırtma olduğu hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ortaya çıkmış durumda. Buna rağmen Devletin bu tepkisi neye?

Gerek Newrozları tertipleyen tertip komiteleri mensupları ve gerekse bu newrozlara katılan Kürt politikacıların devlete olan yakınlıkları ve günlük basına yansıyan demeç ve belirlemeleri de bu fırtınanın oluşmasına hiçte sebebiyet verecek nitelikte değil. Devletin devlet politikasına uygun olan demeç ve belirlemeler. O halde bu hiddet ve celâl niye?

Bu Konuda Sayın Nazlı ılıcak’ı dinleyelim.
( ‘’Mersin'de bayrak yakılmasının bir kışkırtma olduğu ortada. Ancak tarafları kızıştırmak isteyen bir kişi böyle davranabilir. Tarafların kızışmasından, kutuplaşmadan, kavgadan kim fayda sağlar? Herhalde, Kürt kökenli vatandaşlarımız değil.
Türkiye'de gene, istikrarsızlık tohumları atılıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin, Apo'nun yeniden yargılanmasını gündeme getirebileceği bir zaman diliminde, Nevruz da kullanılarak, Türk milletçilerinin tepkisinin doruğa çıkmasını sağlamak, olsa olsa Avrupa Birliği düşmanlarına yarayacaktır.
Abdullah Öcalan, İmralı'dan avukatlarıyla gönderdiği mesajlarda, laik cumhuriyete ölesiye bağlı bir görüntü çiziyor. Üstelik Kürt Federe Devleti'ne karşı olduğunu da belirtirken, AK Parti'nin bu teşebbüsün içinde bulunduğunu ihsas ediyor. Şöyle diyor: "Türkiye, Barzani ve Talabani'ye devlet kurduruyor. Bunları ABD yaptırıyor. Yarın Türkiye'ye Kürt Federe Devleti'ni dayatacaklar. Bizim, devlete karşı hatalarımız olabilir ama ben devrimci cumhuriyete karşı olamam. Atatürk'ün cumhuriyeti tarikatçılık olmuş. Atatürk cumhuriyeti bu değildir. Bunlar Kürt devletini AKP'nin içinde kuruyorlar. Ben demokratik cumhuriyeti, feodal Kürt Federe Devleti'ne tercih ediyorum." 24 Mart 2005 Kurdistan-Post sitesi haber sayfası.)
Öcalan’ın bu Belirlemesi ile de ne denli devlete yakın bir duruş profili sergilediği konusunda da hiçbir kuşkuya yer yok. O halde bu fırtına niye?

Hürriyet Gazetesinden Sayın Ahmet Hakan ı dinleyelim

(‘’MERSİN’de Türk bayrağına yönelik çirkin hareketin hemen ardından Diyarbakır’da yapılan değerlendirmelere bakalım:
- Leyla Zana, ‘Bayrak, uğrunda can verilen en önemli ortak değerdir’ dedi.
- Orhan Doğan, ‘Bayrak, ortak vatanımızın ortak değeridir’ dedi
-DEHAP Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, ‘Türk bayrağı, Kürtlerin de, bayrağıdır’dedi. Yani hepsi ağız birliği etmişçesine hem olayı ‘kışkırtma’ olarak niteledi ve kınadı, hem de Türk bayrağına sahip çıktı. 24 Mart Kurdistan-post sitesi Haber sayfası’’
Görüldüğü üzere en üst düzeydeki sorumlu yöneticilerde Devlet bütünlüğüne ters gelecek bir belirleme yapmamışlar. O halde bu kin neye? Kime ne, veya nasıl bir mesaj verilmek isteniyor?

Bu ülkeyi Sayın ‘’Mehmet Atlanın deyimi ile İki çocuk mu Bölecek ?
Aşırı milliyetçiliği hayata geçirerek Türkiye’yi boğmak isteyen Kızıl Elma’nın provokasyonlarına düşmeye çok hazır bir duruş var. Türk Ceza Kanunu’nda iki ay ceza biçilen bir eyleme, Türk Devleti en üst düzeyden başlayarak inanılmaz tepkiler gösteriyor. O tepki, toplumda belirli bir milliyetçi yansıma buluyor. Ancak, tepkinin muhatabı çıka çıka bir adamın yönlendirdiği söylenilen iki küçük çocuk çıkıyor.
Türkiye, gülüp geçeceği şeylere büyük tepki gösterirken, büyük tepki göstereceği şeylere de omuz silkiyor. Hırsızlık nedeniyle deprem yüzünden yıkılan kamu binalarındaki insanlar için ayağa kalkmıyoruz. Milyarlarca doların hortumlandığı bankalar için ayağa kalkmıyoruz. Sahte rakı ve sahte ballar için ayağa kalkmıyoruz ama bayrağa yönelik bir provokasyonu çok çok ciddiye alıp, birden gerginleşebiliyoruz. M.Altan Gazetem Net 26 Mart 005 Kurdistan -Posat. Haber say.’’ Diye yazar Mehmet altan.
Acaba birden gerginleşmemizin altında bu gerginleşmeyi tetikliyen bilinç altında bir neden mi var dersiniz?

Evet, Bir neden var :

Sonuç

- Türkiye’de Ülkeyi kimin yönettiği, ayan beyan kendini ele verdi. Başbakan Recep Tayip Erdoğan Birileri düğmeye bastı. Belirlemesi ile durumun vahametini açıkladı.
- Türkiye genelinde altı milyon cıvarında bir güç Newroz’a sahip çıkmıştır.
- Bayrak Yakma girişiminin bir provokasyon olduğu ortaya çıktı.
- Devletin Bu Şövenist kışkırtma karşısındaki tavrı Irkçı Şoven Dağlanın kabarmasına güç ve cesaret verdi. Etnik bir çatışmanın gündeme gelmesine vesile oluşturdu.
- Devlet Türkiye’de kutlanan Newrozların kimler tarafından örğütlendigini çok iyi bildiği gibi, Bu kadrolardan devlete her hangi bir helel gelmeyeceginin bilincindedir.
- Kürtler tarihlerinden utanç duyacakları bir eylemin sorumlusu değil. Bilakis onurlu bir yaşam kavgasının mağdurlarıdır.
- Acaba Kürtlere tarihi hatırlatanlarda yapılanların etik açısından Türk halkına yakıştığını ve yapılanların insani olduğunu söyleme cesareti gösterebilirler mi?

Asıl can alıcı Neden


- Devletin Tüm Kuşku ve endişesi Güney Kürdistan daki oluşum ve istemlerin bir anda Kuzey parçasına sıçraması halinde bu dalganın önüne geçilmesinin mevcut kadrolarla mümkün olamayacağı gibi, geçmişte ki gibi soy kırım yöntemleri ile de bu halk hareketliliğinin önüne geçilmesi mümkün olmayacaktır. Asıl endişe burada. Asıl korkulu rüya budur. Korkuya gerek yok. Korku yerine daha çok demokrasi.

Kürtlerin Cumhuriyetin asli unsuru olma koşullarının yaratılması yönünde adım atılması. Asıl çare ve çözüm olur .

Görüldüğü üzere işlerimiz bir hayli karışık ve karmaşık. Sağduyu ve sabırla iyi şeyler yapmak için veya yapabilmenin yol ve yöntemini arayarak çözüm çareleri geliştirmek. Elbette bu işte o kadar kolay değil. Ama Demokrasilerde uzlaşı ve çareler tükenmez.

Tüm zorluklara rağmen hepimize kolay gelsin.

Alıntılar :
1 - Ebubekir Hazım Tepeyran. Belgelerle Kurtuluş savaşı anıları Çağdaş Ya.s.74.75.76

2 - Tarihimizde Kürtler ve ayaklanmaları. Alpay Kabacalı cem yayınevı s.63,68

3 - Milliyet No.1655, 19 Eylül 1930. Aktaran Lucian Rambout. Çağdaş Kürdistan Tarihi, Fı.-Di. Ya.s.33 , 34

4 - Milliyet, No:1636, 31Ağustos 1930 Aktaran Lucian Rambout. Çağdaş Kürdistan Tarihi, Fı.-Di. Ya.s.35


29. Mart. 2005 —


Gülali Doxan


g-dogan@t-online.de