PARTIYA DEMOKRAT´A KURDISTAN - XOYBUN

PDK - XOYBUN



MÜMTAZ KOTAN : KUZEY KÜRDISTANLI AYDINLAR, GÜNCEL, SOMUT PROGRAMLAR, VE KEMALIST ÜMMETCILIK ÜZERINE...




MÜMTAZ KOTAN : KUZEY KÜRDISTANLI AYDINLAR, GÜNCEL, SOMUT PROGRAMLAR, VE KEMALIST ÜMMETCILIK ÜZERINE...

IKINCI BÖLÜM

Bütün tarihi olgular, bölgedeki değişim, gelişmeler ve gerçeklere karşın, ortalığa bir Deccal gibi salınmış Türkiye Başbakanı Tayip Erdoğan ise, Ümmetçi Kemalizm’in yeni motiflerini bir yerlerin icazeti ile “ustaca” konuşmaya devam ediyor. Detaylı ele alınması gerekir, ancak olanaklarımız bu yazı çerçevesinde buna el vermiyor.. Yine de, konunun anlaşılması bakımından ilginç bazı belirlemelerine kısaca bakmakta yarar var.

Bu tantananın arkasında ise, asıl önemlisi Güney KÜRDİSTAN konusundaki ortak açıklama oldu.. TC’nin kendisini Atatürk’e benzetmede özel çaba harcayan Cumhurbaşkanı ile tarihin en kötü ve en ilkel açıklamasını yaptılar. Orada, Irak’ta “etnik ayrımcılığın tehlikeli olduğunu ve birlikte buna izim vermeyeceklerini” belirttiler.Niçin bu kadar o­nları ilgilendirdiği sorgulanması gereken bir konu. Çünkü, böylece esas amaçları ortaya çıkmış olacak. Geçmişe kısa bir göz atın neler görürsünüz neler.. Daha düne kadar birbirlerine yaptıkları olmadık kabadayılıklar, ilişkilerindeki entrikalar,açıklanması zor nice olay ve olgular, istihbarat numaraları, MAFYA bağlantıları kolay ortadan kaldırılamaz. Bunların açılması, tartışılması mutlaka gerekiyor. Keyifleri istediğinde anti-demokratik, ahlaki olmayan, devlet ilişkileri demeye bin şahit isteyen şeyleri “komşuluk” ayağına ortadan kaldırmanın adını da “teröre karşı” bölgesel işbirliği koyarak yapıyorlar..

Ve bu gezinin medya boyutları da utanılacak biçimler içinde sunuldu. Beşar ESAT çok aceleye getirilmiş bir ziyaret gerçekleştirdi. İstanbul’a da gitti. Orada ne yaptığı, kimlerle görüştüğüne Rufailer karar versin, ancak adını İstanbul Menkul Kıymetler Borsasını ziyaret olarak koydular. Böylesi bir protokolü de ilk defa görmüş olduk. (...)

Türkiye’ye yağ çekerek Kürtleri inkar etmeye çabalayan, Kürtlerin sağladığı olanaklarla devlet olmaya çalıştığı unutan Suriye’nin miras yollu lideri BEŞAR,bu ziyareti hanımı, çocukları,dadıları ve binlerce insanın kanı ellerinde olan El-Muhaberat adıyla “maruf” istihbarat örgütünün irikıyım adamları ile gerçekleştirdi. Gezi neredeyse bir defileye dönüştürüldü. Türkiye de,alışılmış tavrı ile kendini överek olayı şişire bildiği kadar şişirdi. Diplomasinin içine ettiler. Ensesi kalın, kulağı kesik, Kürtleri mahkeme gibi yargılamaya uğraşan birçok gazeteci ibretle o­na “sen yıllardır ne yapıyorsun, sen ne zaman ve hangi kurallara göre birden demokrat yada bölge koruyucusu oldun.. Senin altındaki kanlı ve iğrenç dünya ne olacak” demedi. Çünkü devlet törenlerinde Medya kuzu gibidir. En azından “sen önce hesap ver, ceza evlerinizde daha yıllardır mahkemeye çıkmayan insanlar var! Birçok katliam,işkence var. Seni bir yargılayalım sonra” demedi, diyemedi.. Yani, dünya “babalarının malı” olduğu için istediklerini yapıyorlar.

Kanımız ve canımız pahasına yıllardır haraç mezat satılan bedeller üzerinde şimdi Beşar bey Hatay Sorunu’na da “nokta koyuyor” ve böylece Suriye’yi mekan edinen bir Türk “Solu” grubu daha tarihe havale edilmiş oluyor.. Herhalde, bu “Komünist hareket” de bir yolunu bulup geçmişle ilgili tek laf etmeden, “küreselleşme” kulvarına girerek, yeni dönemi biraz da böyle idare eder ! (...)

Esas önemli olan Suriye dukalığının PKK ile geçmişteki içlidışlı ilişkileri. Bu ne olacak ? Hesabı belli olmayan taşınmaz malvarlığı, arşiv ve paranın hemen tümüne el konulmuş. Öcalan “Suriye bir tek kuruşumuzu vermedi, vermeyecek. Mallarımızı satmayı da kabul etmiyor” dedi. Üstelik PKK içindeki yüzlerce Suriyeli ne olacak ? İşte, Beşar Esat bu geçmiş ve enkaz üzerinden ziyaretini gerçekleştirdi, Türkiye’nin o­nu Avrupa Birliğine “komşu ettiğini” ihmal etmeden “değiştiğini” göstermeye çabaladı. “YENİ” TC Hükümetinin inanç özgürlüğü ayağına iyi kullandığı biçimiyle biz de “Allah sonumuzu hayretsin” diyelim.

Gelelim İran’a. O da “sarığı ve pelerini” ile, telaşla “Müslüman kardeşine” koşa koşa geldi. ”Modern Türkiye”yi daha da “ileri” götürmek için ilk elde Irak’ta Kürtlerin federasyon talebine engel olunacağı-nı deklere etti. Ve topraklarında PKK faaliyetlerine izin vermeyeceğini söyledi. Türkiye’ye, Avrupa Birliğine kendilerini “komşu” ettiği için o da teşekkür etti. Ne yaparsın, Avrupa Birliği’nin sınırları her yere götürülüyor !

Ama, topraklarındaki TC aleyhindeki faaliyetlerin ne olduğu meçhul. Bu “faaliyetlerin” geçmişi de belli değil. İran da Suriye gibi sözüm o­na kendini istediği zaman her şeyden arınmış bir devlet olarak sunabiliyor. Çünkü,”Allah hep o­nların yanında”. Şunu da ekleyelim, Avrupa Birliğine esas komşu olan bu bölge devletlerinin hemen hepsinin sınırlarındaki KÜRDİSTAN’dır. Bundan çok içlendikleri görülüyor. (...)

O İran ki, yüzyıllardır bize hayat hakkı vermemek için her şeyi yapmış, insan haklarının bile tartı-şılması gereken bir devlet.Bölgesel işbirlikleri ve paktlar ile özgürlüğümüzün, bağımsızlığımızın, temel insani haklarımızın üstüne tünemiş bir devlet. Hiçbir uluslar arası hukuk ile zarar ve ziyanlarımızın bedellerini de o­ndan alamadık. Şimdi utanmadan ve “Allah” adına yine bize pusular oluşturuyor. Oysa, biz o­nun biraz olsun değiştiğini düşünüyorduk ! Tabi bütün bu telaş bölgedeki o­nu da içine alan programlarla ilgili. “Korkunun ecele faydası” olacağını sanmıyorum!

Sanki Kürtler Müslüman değil! Ve son dönem yaptığına bakın. 29 Aralık 2003’te son İran depremi dolayısıyla Türkiye’nin İran Büyükelçisi de “Neden İsrail yardımlarını kabul etmiyorsunuz” sorusunu “Filistinlileri öldürüyorlar” diye cevaplıyor. Siz şu işe bakın ! Kürtlere yapılanlar karşısında TC ile yine el ele verebiliyor. Üstelik Filistin Hareketi bir kez olsun bütün hayatında Kürtlere dönük bildiri bile yayınlamamış bir hareket. (...)

Türkiye, İran, Irak ve Suriye bu devletlerin hemen tümü, bölgede cetvelle çizilmiş haksız, adaletsiz devletler. Bizim o­nlarda ahımız var, son bir kez bile “Allah’a ibadetin gereğini” yerine getirmediler ! Hepsi de ellerine hukuksuz verilmiş topraklarda, yaklaşık Suriye 2, Irak 5, İran 7 ve Türkiye 25 milyon Kürt nüfusu tutuyorlar. Bu dört sömürgeci bölge devleti tarihleri boyunca Kürtlere hep haksızlık, katliam, sürgün, vb. politikaları uygulamış hala aynı şeye devam etme kararındalar. 1.Dünya Savaşı sonrası koşulların 4 parçaya böldüğü Kürdistan’ın her bir parçasını kendi toprakları içine alan bu bölge devletlerinin durumu İngilizlerin ve Rusların taraf olmaları ile ortaya çıkmış bir kendiliğinden durum. Şimdi bölgenin yeni haritası yapılıyor. Bunu da kabullenmek gerekmiyor mu? Ama, hala bize karşı adaletsiz ve haksız davranmada beis görmüyorlar. (...)

Doğu Kürdistan’daki hareketin liderini ve yanındakileri açıkça katleden İran’ın devlet başkanı Hatemi efendi de bütün siyasal ve diplomatik kuralları ayaklar altına alarak TC ile “bayram değil seyran değil” misali acele buluştu. İlk elde oradaki Kürtlerin hak ve hukuku yerine, üstüne görev olmayan biçimde Güney Kürdistan’daki gelişmelerin tehlikeli bulduğunu belirtti.. Her dönem Irak’ın toprak bütünlüğünü parçalamak için olmadık savaşlar yürüten İran, şimdi Irak’ın toprak bütünlüğünden dem vuruyor. Hayret bir şey ! TC ile birlikte buna müsaade etmeyiz diyor ve gelişmeleri “etnik ayrımcılık” olarak koyuyor. Tarihin tanıklığına çok ihtiyaç var. 1514’lerden, 1639’lara ve oralardan 1946 Mehabat’a, Irak-İran Savaşına, bölgedeki Bağdat Paktından Cento’ya ve diğer bölgesel siyasi ve polisiye ilişki ve işbirliklerine kadar hemen tümü ibret verici bir süreci, entrikaları içeriyor. İran bütün hepsini keyfince geride bırakıyor “Allah yolunda” ilerliyor, cihatlar ilan ediyor. Şimdi de birden bire “Reformcu” kesiliyor. Ama, Kürtler olmasın isteniyor. İnsanın bu komediye gülesi geliyor.

Tiyatronun finalini de daha önceki bağlantıları içinde meşhur Perver Müşerref yaptı. Pakistan Cumhurbaşkanı Irak’taki gelişmeleri, onun “bütünlüğü” de dahil aynen diğerleri gibi yorumladı, üstü-ne görev olmayan biçimde Türkiye’yi destekleyeceğini belirtti. 20 Ocak 2004’te Türkiye ziyaretinde “Türkçe konuşmadan” tutun Atatürk’ü göklere çıkaran övgüleriyle İran-Suriye ziyaret üçgenini tamamlamış oldu. En sonunda Arap aleminde neredeyse her bölgesel sorunda adet haline gelen “arabu-luculuk görevlisi” Mısır Cumhurbaşkanı ile bir “SON” gala düzenlediler.“Adet üz redir, ekabir sonda gelir meclise her dem” ! Mubarak Şubat’ın 2.haftası ekabir ziyareti ile aynı şeyleri tekrarladı. (...) Niçin o­nları bu kadar ilgilendiriyor anlayamadık, hayret ! Tarihin bütün pislikleri gözlerimizin önünden bir anda geçti. (...) Ne diyelim, tarih utansın..

Devam edelim.
Bütün tarihi olgular, bölgedeki değişim, gelişmeler ve gerçeklere karşın, ortalığa bir Deccal gibi salınmış Türkiye Başbakanı Tayip Erdoğan ise, Ümmetçi Kemalizm’in yeni motiflerini bir yerlerin icazeti ile “ustaca” konuşmaya devam ediyor. Detaylı ele alınması gerekir, ancak olanaklarımız bu yazı çerçevesinde buna el vermiyor.. Yine de, konunun anlaşılması bakımından ilginç bazı belirlemelerine kısaca bakmakta yarar var.

Tayip Erdoğan, Türkiye adına çelişkili açıklamalarında diyor ki, “Modern bir Türkiye yaratacağız. Biz her şeyi düzelteceğiz”. “Batı Kültürü ile İslam Kültürünü buluşturuyoruz”. “İslam Kültürü ile demokrasi kültürünü buluşturduk”. “Biz demokrat muhafazakarız”. Bu son belirlemesiyle ideolojik varyantını da koymuş oluyor. Tarihte kendisine atfedildiği gibi Mustafa Kemal’in aynı mealdeki cümlelerinde kelime oyunları ile ufak değişiklikler yapıyor. Ama, İslam’ı o­nun gibi kullanmıyor, bizzat yeni İslamcılığın resmi temsilciliğini yapıyor. Bu da Kemalizm’in geldiği ÜMMETÇİ duraktır. Atatürk de “Doğu kültürü ile Batı kültürünün ortasında bulunduklarını” söylüyordu. “İleri medeniyetler ya da muasır medeniyetler seviyesine çıkmayı amaçladıklarını” söyleyip durmuştu. Bundan kastı da Batılı olmak olarak yorumlanmıştı. Yani, ileri ve yüzyıla tekabül edenin batı medeniyeti olduğunu söylüyordu. Ama, bir türlü batılı bir toplum olamadılar. Bunun acısını çıkarmak uğruna olsa gerek, bu kez Viyana kapılarına değil, Avrupa Birliğinin kapılarına dayandılar..

Şimdi Türklerin yeni Kemalizm söylemlerinde, “Doğu Kültürü ile Hıristiyan kültürünü bitleştirme” yok. Dolayısıyla “Doğu Kültürü” İslam Kültürü olarak yer alıyor. Türkiye Avrupa Birliği yoluyla sözde “batı medeniyetinin” içine girmeye son ve değişik biçimde girme hazırlığı yapıyor. Ama bu “kültürler birleşmesi” Kürtler ortadan kaldırılarak yapılmak isteniyor. Ve Türk Başbakanı “birleşmenin” dini motiflerle olmayacağını da belirterek, üzerindeki şaibeyi sözde bir yerlere koyuyor. Atatürk Doğu ve Batı medeniyetlerini buluşturmaya çabaladı ve ne o ne de o­ndan sonrakiler bir türlü bu buluşmayı başaramadılar. TC’nin son atraksiyonları, Irak Operasyonunda rezil rüsva oluşu, yalanlarının ortaya çıkışı hemen hepsi aslında Anti-Kürt siyasetlerinin bir gereği olarak netleşti ve ABD’ye yönelik kontra bir diplomasi ile teşhir oldu. İşte Tayip beyin yürüttüğü hovarda siyasetin tekmili birden ol hikayesi bu.. Yemezler. Boş bir efor..

Tayip Erdoğan “kültürler bileşeni” lafını çok ediyor. Son zamanda 5 Şubat 2004’te Kıbrıs konusundaki yeni atraksiyonları sökmeyince de “Kıbrıs’ta 2 din, 2 dil, 2 toplum var.Egemenlik iki toplumsal yapı üzerinde eşit konumlandırılmalı” demeye başladı. İyi de Türkiye ne olacak ?

Tarihten silinmeye uğraşılan Pontus Rumlarını, Ermenileri, Arapları, Gürcüleri, Çerkezleri, ötekilerini Türk sayarak bütün hakları bu yolla Türklere yontmak adaletli ve doğru bir tavır mı ? Diğer azınlık yada uluslar da belirlenirse Türkiye’de Kültür bileşeninin en büyük grubunu Kürtlerin oluşturduğu görülecektir. Dil ve kültürü, bölgedeki yerleşikliği ile Kürtler niçin “kültür bileşeni” içinde egemenliğin bölüştürülmesi için gerekli bir toplumsal grup sayılmıyor ?

Bu haksızlığı ve yüzyıllardır yaratılmış yalanları bu kez de “Tarihte olanları kitaplarımızdan ayıklayacağız, biz kendimizi ifade edeceğiz” diyerek döneme uyarlamaya çabalıyor. Hadi tarihten bütün haksızlıkları tek taraflı ayıkladınız, kendinizi ifade ettiniz diyelim. O zaman yalanı ortadan kaldırmak ve Kürt Ulusu kabul edilerek bir ”kültürler bileşeninden” söz edilmesi de gerekmiyor mu ?

Gerçeği söylemek, Türkiye’deki bileşeni doğru ifade etmek yerine işi bütün bölgeye yayarak daha da katmerli bir inkara başvuruluyor. Hep “din ve etnik temele dayalı” örgütlenmeleri kabul etmeyeceklerini açıklıyorlar, ama Arap Birliği’ne yada İslam Birliği’ne bir şey diyemiyor, demiyorlar.. Üstelik bunun toplantılarını, hatta liderliğini Türkiye’nin alması yolunda her şeyi de yaptılar, yapıyorlar.. Nihayet İslam kültürünü taşıma görevini yerine getiriyorlar. Birliğin en üst düzey toplantılarını Türkiye yönetip yönlendiriyor. Sermayenin önünde boynu kıldan ince.

Son olarak TC başbakanının Irakla ilgili belirlemesi de ilginç, “Irak’ta katılımcı Anayasa ve gözlemcilerin denetleyeceği bir seçim” istiyor. Neden o­nu bu kadar ilgilendiriyor anlaşılıyor. Örneğin, Türkiye’de katılımcı bir Anayasa mı var? Kürtler yada diğer uluslar ve azınlıklar herhangi bir konuda devlet yönetimine, hayata kendi ulusal kimlikleri ile katılabiliyorlar mı? Irak’ta örgütlü en büyük iki güçten birinin, Kürtlerin hak ve hukukunu, tarihsel süreçlerini hiçe saymak açıklanabilir bir durum mu ? Başbakan bu aymazlığı yaparken azınlık olarak Türkmenlerle ilgili gösterdiği telaşını esas amacı ile gizliyor. Diyor ki, “huzurlu ve sağlıklı toplum gerekir Irak’a. Bu bizi, Suriye ve İran’ı rahatlatır”. Kürtler devlet olursa, Irak’ta egemenliğin bölüşüldüğü bir güç olurlarsa bu etnik ayrımcılık olacak, ama Türkmenler hak sahibi olunca iş katılımcılık oluverecek. Kürtler egemen olursa Türkmenlerin haklarını vermezler gibi bir gündem oluşturuluyor. Bu o­nlar için aslında hiç önemli değil, Kürtlerin bu tür hak gaspı yapmayacağını çok iyi biliyor. Esas sorun bölgede uzun vadede bir Kürdistan olgusudur. Çünkü, Kürt programları yalnız bölge devletlerinin iç bünyelerinin rahatlatılması olayı değildir.. Yukarıda değinmiştim, her üç devleti de ilgilendirdiği için şimdiden nasıl“rahatla-
yacaklarını” birlikte planlıyorlar. (...)

2004 sonlarında dağıtıma giren YENILGİNİN İZDÜŞÜMLERİ adlı kitapta, kapsamlı çalışma içerisinde bütün sınırlamaya karşın bölge devletleri ile ilgili bazı konuları tartıştım. Örneğin, elimizdeki belgelere dayalı olarak Suriye’nin durumunu, Kürt hareketi ile ilişkilerini belirlemeye çalıştım. Suriye’yi gündemden düşüren, o­na dokunmayan ve İran ile de flörtleri olan bazı Kürt liderlerinin hiç olmazsa geldiğimiz yerdeki son fotoğraf karşısında ne diyeceklerini gerçekten çok merak ediyorum..En azından, yanlış yaptık demeleri gerekir diye düşünüyorum.

Geçelim.

"Kürt Sorununu” yatırmak için içimizden çıkan bazılarımızın o ‘meşhur’ TC'ye dizdikleri övgülerin neye tekabül ettiğini belirtmeleri gerekiyor. Değişiklik siyasal mı, Ekonomik mi yoksa sosyal mı, bunu söylesinler. Eski ümmetçi Erbakan’ın dediği gibi bu yeni “toy delikanlılar” aynen geçmişteki “acemi oğlanları” andırıyorlar. Bu yeni nöbetçiler elbette imaj değişikliği de yaptılar. “Allah’ın izniyle” her şeyi hemen her şeyi değiştirecekler.. Yılların birikmiş bütün sorunları o­nların dışında oluşmuş, hiç haberleri yok ve birden bire Allah o­nları sorunları bir çırpıda çözmek için gökten “zembille” indiriverdi. Hemen hepsi eski partilerinde görev almış kadrolardan oluşan ‘beyazın beyazı’ yeni partileri, elle konulmuş gibi 3 ayda TC tarihinde ender görülen bir biçimde, üstelik çoğunlukla iktidarı elde etti. Ecevit gibi, Mesut Yılmaz,Tansu Çiller, Bahçeli gibi liderleri azınlık olarak günlerce koruyan devlet, bir anda o­nları tepe taklak başından attı. Bunlar tesadüf mü, yoksa seçmen çok mu bilinçlenmiş de siyasi tercihlerini hemen terk edip "Allah’ın Yolunu" tutuveriyor ! Sonuçta, Ümmetçi Yeni Kema-lizm Kürtleri de bir potada eriterek Ortadoğu’ya dönük Müslüman kardeşliğinin en‘ilerici’ temsilcileri olarak nöbeti devralmış bulunuyorlar..

Kullanılan tek şey Terörizm. Kürt hareketi de bununla özdeşleştirildiğinden, vatanı için yıllardır vuruşanlar azınlığa düşürülmeye çalışılıyor. Bir kere Kürt hareketi haklı ve meşru taleplerin savunucusudur, terörist değil. Hiç bir zaman terörist olmadı. Ulusal ve demokratik bir harekettir.. Bugün geldiğimiz durakta yine vardır ve her zaman var olacaktır da.. Eğer, Ortadoğu’daki çözümü zor çıkar ilişkileri olmasa, şimdi bu dünyanın son sömürgesi de bir devlete tekabül ederek kendini ifade etmişti.. Yine de, bütün Kürdistan parçalarında değişik olmakla birlikte, döneme denk düşen programlarla bulunulan devlete tekabül eden öneri ve çözümler gündemde. Umarım, bu mazlum ulusta kendini ifade eder ve ileri programlara da adım atar.

TC açısından Kürtlerin durumuna bakacak olursak , Misak-ı Milli sınırları içinde çok uluslu toplumsal bir yapı varlığını göstermektedir. Bu zorunlu durum karşısında TC’nin inkarı anlam ifade etmiyor. Alışılmış geleneksel tavrı ile işi olup bittiğe getirmek istiyor.Kürtlerin bu varlıkları o­nların talep ve buna denk düşen programlarının kabulünü gerektiriyor. Bu aynı zamanda diğer azınlık ve ulusların da tanınması, haklarının, programlarının kabulü demektir.

Bu nedenle demokrasi ve vatandaşlık olguları, terörizm suçlaması yada inkar ile ortadan kaldırılamaz. Geleneksel TC militarizminin, ırkçılığının ve Ümmetçi Kemalist gericiliğin boyutlarını aşan niteliktedir. Bu bağlamda, mevcut koşullara uygun Kürtlerin ciddi bir programla kendilerini ifade etmeleri gerekiyor ve bu program vardır. Programın işletilmesinde, Avrupa Birliğinin TC’nin yedek üyeliğe alınması için deneme safhasında büyük, ama hantal, ilkel işgücüne karşın kapsamlı bir pazarı kapma anlayışı ve ABD ile olan rekabeti de gözden uzak tutulamaz. Bu nedenlerle TC’yi kendi içine çekmek istemesi, demokratik bir ortamın yaratılarak o­nun terbiye edilmesini, "Kürt Sorununun" "çözüme ulaştırılmasını" da dayatıyor. Bu siyasal bir çözüm gerektirdiği gibi, ekonomik entegrasyonu da içeriyor.

Bütün bu söylediklerimiz, illegal yapılanmaların legal düzeye çıkarak kendilerini ifade etmeleri ve amaçlarına ulaşmış olduklarını belirterek ortadan kalkmaları sürecine kadar, o­nların meşruiyetlerini kabullenmeyi de içinde taşımak koşuluyla, şimdilik ivedi legal bir programın dayatılmasını, somutlaştırılmasını gerektiriyor. Bu bağlamda bazı program hedefleri tıkanan illegal örgütlerin yukarıdaki mücadelenin geneli açısından zorunlu hakları baki olmak kaydıyla, sürecin önünden aktif ve kabul edilebilir çözümlerle geçici de olsa çekilmeleri zorunludur. Bunu bilmeleri ve varsa dönemi ifade eden legal programlarını gündeme taşımaları için gerekli örgütsel yapıyı hazırlamaları gerekiyor. Bu da en başta ulusal bir program ve yapılanma ile olacaktır. Bunun uzun vadeli bir programa ters olduğu söylenemez. Şunun da altını kalınca çizmek gerekiyor, şu yada bu nedenle kendilerine anadan doğma yada miras yolu ile ulusallık biçenlerinde bu anlatılmak istenen program üzerinden vesayetlerini kaldırmaları gerekir. Gerici / ilkel boyutlara varabilecek eğilim ve davranışların terk edilerek, dönemi ifade edecek ulusal program üzerinde anlaşma sağlanması ivedidir.

Kürtler, sorunlarını sessiz sedasız ve TC'nin istediği biçimde değil, açık ve tartışılır olarak legalize edecekler, bu da vuruşa vuruşa olacaktır.
(...)

Bu tantananın arkasında ise, asıl önemlisi Güney KÜRDİSTAN konusundaki ortak açıklama oldu.. TC’nin kendisini Atatürk’e benzetmede özel çaba harcayan Cumhurbaşkanı ile tarihin en kötü ve en ilkel açıklamasını yaptılar. Orada, Irak’ta “etnik ayrımcılığın tehlikeli olduğunu ve birlikte buna izim vermeyeceklerini” belirttiler. Niçin bu kadar o­nları ilgilendirdiği sorgulanması gereken bir konu. Çünkü, böylece esas amaçları ortaya çıkmış olacak.Geçmişe kısa bir göz atın neler görürsünüz neler.. Daha düne kadar birbirlerine yaptıkları olmadık kabadayılıklar, ilişkilerindeki entrikalar, açıklanması zor nice olay ve olgular, istihbarat numaraları, MAFYA bağlantıları kolay ortadan kaldırılamaz. Bunların açılması, tartışılması mutlaka gerekiyor. Keyifleri istediğinde anti-demokratik, ahlaki olmayan, devlet ilişkileri demeye bin şahit isteyen şeyleri “komşuluk” ayağına ortadan kaldırmanın adını da “teröre karşı” bölgesel işbirliği koyarak yapıyorlar..

Ve bu gezinin medya boyutları da utanılacak biçimler içinde sunuldu. Beşar ESAT çok aceleye getirilmiş bir ziyaret gerçekleştirdi. İstanbul’a da gitti. Orada ne yaptığı, kimlerle görüştüğüne Rufailer karar versin, ancak adını İstanbul Menkul Kıymetler Borsasını ziyaret olarak koydular. Böylesi bir protokolü de ilk defa görmüş olduk.(...)

Türkiye’ye yağ çekerek Kürtleri inkar etmeye çabalayan, Kürtlerin sağladığı olanaklarla devlet olmaya çalıştığı unutan Suriye’nin miras yollu lideri BEŞAR, bu ziyareti hanımı, çocukları, dadıları ve binlerce insanın kanı ellerinde olan El-Muhaberat adıyla “maruf” istihbarat örgütünün irikıyım adamları ile gerçekleştirdi. Gezi neredeyse bir defileye dönüştürüldü. Türkiye de,alışılmış tavrı ile kendini överek olayı şişire bildiği kadar şişirdi. Diplomasinin içine ettiler. Ensesi kalın, kulağı kesik, Kürtleri mahkeme gibi yargılamaya uğraşan birçok gazeteci ibretle o­na “sen yıllardır ne yapıyorsun, sen ne zaman ve hangi kurallara göre birden demokrat yada bölge koruyucusu oldun.. Senin altındaki kanlı ve iğrenç dünya ne olacak” demedi. Çünkü devlet törenlerinde Medya kuzu gibidir. En azından “sen önce hesap ver,ceza evlerinizde daha yıllardır mahkemeye çıkmayan insanlar var ! Birçok katliam, işkence var. Seni bir yargılayalım sonra” demedi, diyemedi.. Yani, dünya “babalarının malı” olduğu için istediklerini yapıyorlar.

Kanımız ve canımız pahasına yıllardır haraç mezat satılan bedeller üzerinde şimdi Beşar bey Hatay Sorunu’na da “nokta koyuyor” ve böylece Suriye’yi mekan edinen bir Türk “Solu” grubu daha tarihe havale edilmiş oluyor.. Herhalde, bu “Komünist hareket” de bir yolunu bulup geçmişle ilgili tek laf etmeden, “küreselleşme” kulvarına girerek, yeni dönemi biraz da böyle idare eder ! (...)

Esas önemli olan Suriye dukalığının PKK ile geçmişteki içlidışlı ilişkileri. Bu ne olacak ? Hesabı belli olmayan taşınmaz malvarlığı,arşiv ve paranın hemen tümüne el konulmuş. Öcalan “Suriye bir tek kuruşumuzu vermedi, vermeyecek. Mallarımızı satmayı da kabul etmiyor” dedi. Üstelik PKK içindeki yüzlerce Suriyeli ne olacak ? İşte, Beşar Esat bu geçmiş ve enkaz üzerinden ziyaretini gerçekleştirdi, Türkiye’nin o­nu Avrupa Birliğine “komşu ettiğini” ihmal etmeden “değiştiğini” göstermeye çabaladı. “YENİ” TC Hükümetinin inanç özgürlüğü ayağına iyi kullandığı biçimiyle biz de “Allah sonumuzu hayretsin” diyelim.

Gelelim İran’a. O da “sarığı ve pelerini” ile, telaşla “Müslüman kardeşine” koşa koşa geldi. ”Modern Türkiye”yi daha da “ileri” götürmek için ilk elde Irak’ta Kürtlerin federasyon talebine engel olunacağını deklere etti. Ve topraklarında PKK faaliyetlerine izin vermeyeceğini söyledi. Türkiye’ye, Avrupa Birliğine kendilerini “komşu” ettiği için o da teşekkür etti. Ne yaparsın, Avrupa Birliği’nin sınırları her yere götürülüyor!

Ama, topraklarındaki TC aleyhindeki faaliyetlerin ne olduğu meçhul. Bu “faaliyetlerin” geçmişi de belli değil. İran da Suriye gibi sözüm o­na kendini istediği zaman her şeyden arınmış bir devlet olarak sunabiliyor. Çünkü, ”Allah hep o­nların yanında”.Şunu da ekleyelim,Avrupa Birliğine esas komşu olan bu bölge devletlerinin hemen hepsinin sınırlarındaki KÜRDİSTAN’dır. Bundan çok içlendikleri görülüyor. (...)

O İran ki, yüzyıllardır bize hayat hakkı vermemek için her şeyi yapmış, insan haklarının bile tartı-şılması gereken bir devlet.Bölgesel işbirlikleri ve paktlar ile özgürlüğümüzün, bağımsızlığımızın, temel insani haklarımızın üstüne tünemiş bir devlet. Hiçbir uluslar arası hukuk ile zarar ve ziyanlarımızın bedellerini de o­ndan alamadık. Şimdi utanmadan ve “Allah” adına yine bize pusular oluşturuyor. Oysa, biz o­nun biraz olsun değiştiğini düşünüyorduk! Tabi bütün bu telaş bölgedeki o­nu da içine alan programlarla ilgili. “Korkunun ecele faydası” olacağını sanmıyorum !

Sanki Kürtler Müslüman değil! Ve son dönem yaptığına bakın. 29 Aralık 2003’te son İran depremi dolayısıyla Türkiye’nin İran Büyükelçisi de “Neden İsrail yardımlarını kabul etmiyorsunuz” sorusunu “Filistinlileri öldürüyorlar” diye cevaplıyor. Siz şu işe bakın! Kürtlere yapılanlar karşısında TC ile yine el ele verebiliyor. Üstelik Filistin Hareketi bir kez olsun bütün hayatında Kürtlere dönük bildiri bile yayınlamamış bir hareket. (...)

Türkiye, İran, Irak ve Suriye bu devletlerin hemen tümü, bölgede cetvelle çizilmiş haksız, adaletsiz devletler. Bizim o­nlarda ahımız var, son bir kez bile “Allah’a ibadetin gereğini” yerine getirmediler! Hepsi de ellerine hukuksuz verilmiş topraklarda, yaklaşık Suriye 2, Irak 5, İran 7 ve Türkiye 25 milyon Kürt nüfusu tutuyorlar. Bu dört sömürgeci bölge devleti tarihleri boyunca Kürtlere hep haksızlık, katliam, sürgün, vb. politikaları uygulamış hala aynı şeye devam etme kararındalar. 1.Dünya Savaşı sonrası koşulların 4 parçaya böldüğü Kürdistan’ın her bir parçasını kendi toprakları içine alan bu bölge devletlerinin durumu İngilizlerin ve Rusların taraf olmaları ile ortaya çıkmış bir kendiliğinden durum. Şimdi bölgenin yeni haritası yapılıyor. Bunu da kabullenmek gerekmiyor mu? Ama, hala bize karşı adaletsiz ve haksız davranmada beis görmüyorlar. (...)

Doğu Kürdistan’daki hareketin liderini ve yanındakileri açıkça katleden İran’ın devlet başkanı Hatemi efendi de bütün siyasal ve diplomatik kuralları ayaklar altına alarak TC ile “bayram değil seyran değil” misali acele buluştu. İlk elde oradaki Kürtlerin hak ve hukuku yerine, üstüne görev olmayan biçimde Güney Kürdistan’daki gelişmelerin tehlikeli bulduğunu belirtti.. Her dönem Irak’ın toprak bütünlüğünü parçalamak için olmadık savaşlar yürüten İran, şimdi Irak’ın toprak bütünlüğünden dem vuruyor. Hayret bir şey! TC ile birlikte buna müsaade etmeyiz diyor ve gelişmeleri “etnik ayrımcılık” olarak koyuyor. Tarihin tanıklığına çok ihtiyaç var.1514’lerden, 1639’lara ve oralardan 1946 Mehabat’a, Irak-İran Savaşına, bölgedeki Bağdat Paktından Cento’ya ve diğer bölgesel siyasi ve polisiye ilişki ve işbirliklerine kadar hemen tümü ibret verici bir süreci, entrikaları içeriyor. İran bütün hepsini keyfince geride bırakıyor “Allah yolunda” ilerliyor, cihatlar ilan ediyor. Şimdi de birden bire “Reformcu” kesiliyor. Ama, Kürtler olmasın isteniyor. İnsanın bu komediye gülesi geliyor.

Tiyatronun finalini de daha önceki bağlantıları içinde meşhur Perver Müşerref yaptı. Pakistan Cumhurbaşkanı Irak’taki gelişmeleri, o­nun “bütünlüğü” de dahil aynen diğerleri gibi yorumladı, üstü-ne görev olmayan biçimde Türkiye’yi destekleyeceğini belirtti. 20 Ocak 2004’te Türkiye ziyaretinde “Türkçe konuşmadan” tutun Atatürk’ü göklere çıkaran övgüleriyle İran-Suriye ziyaret üçgenini ta-mamlamış oldu. En sonunda Arap aleminde neredeyse her bölgesel sorunda adet haline gelen “arabuluculuk görevlisi” Mısır Cumhurbaşkanı ile bir “SON” gala düzenlediler.“Adet üz redir, ekabir sonda gelir meclise her dem” ! Mubarak Şubat’ın 2.haftası ekabir ziyareti ile aynı şeyleri tekrarladı. (...) Niçin o­nları bu kadar ilgilendiriyor anlayamadık, hayret ! Tarihin bütün pislikleri gözlerimizin önünden bir anda geçti. (...) Ne diyelim, tarih utansın..

Devam edelim.
Bütün tarihi olgular, bölgedeki değişim, gelişmeler ve gerçeklere karşın, ortalığa bir Deccal gibi salınmış Türkiye Başbakanı Tayip Erdoğan ise, Ümmetçi Kemalizm’in yeni motiflerini bir yerlerin icazeti ile “ustaca” konuşmaya devam ediyor. Detaylı ele alınması gerekir, ancak olanaklarımız bu yazı çerçevesinde buna el vermiyor.. Yine de, konunun anlaşılması bakımından ilginç bazı belirlemelerine kısaca bakmakta yarar var.

Tayip Erdoğan,Türkiye adına çelişkili açıklamalarında diyor ki,“Modern bir Türkiye yaratacağız. Biz her şeyi düzelteceğiz”. “Batı Kültürü ile İslam Kültürünü buluşturuyoruz”. “İslam Kültürü ile demokrasi kültürünü buluşturduk”. “Biz demokrat muhafazakarız”. Bu son belirlemesiyle ideolojik varyantını da koymuş oluyor.Tarihte kendisine atfedildiği gibi Mustafa Kemal’in aynı mealdeki cümlelerinde kelime oyunları ile ufak değişiklikler yapıyor. Ama, İslam’ı o­nun gibi kullanmıyor, bizzat yeni İslamcılığın resmi temsilciliğini yapıyor. Bu da Kemalizm’in geldiği ÜMMETÇİ duraktır. Atatürk de “Doğu kültürü ile Batı kültürünün ortasında bulunduklarını” söylüyordu. “İleri medeniyetler ya da muasır medeniyetler seviyesine çıkmayı amaçladıklarını” söyleyip durmuştu. Bundan kastı da Batılı olmak olarak yorumlanmıştı. Yani, ileri ve yüzyıla tekabül edenin batı medeniyeti olduğunu söylüyordu. Ama, bir türlü batılı bir toplum olamadılar. Bunun acısını çıkarmak uğruna olsa gerek, bu kez Viyana kapılarına değil, Avrupa Birliğinin kapılarına dayandılar..

Şimdi Türklerin yeni Kemalizm söylemlerinde, “Doğu Kültürü ile Hıristiyan kültürünü bitleştirme” yok. Dolayısıyla “Doğu Kültürü” İslam Kültürü olarak yer alıyor. Türkiye Avrupa Birliği yoluyla sözde “batı medeniyetinin” içine girmeye son ve değişik biçimde girme hazırlığı yapıyor. Ama bu “kültürler birleşmesi” Kürtler ortadan kaldırılarak yapılmak isteniyor. Ve Türk Başbakanı “birleşmenin” dini motiflerle olmayacağını da belirterek, üzerindeki şaibeyi sözde bir yerlere koyuyor. Atatürk Doğu ve Batı medeniyetlerini buluşturmaya çabaladı ve ne o ne de o­ndan sonrakiler bir türlü bu buluşmayı başaramadılar. TC’nin son atraksiyonları, Irak Operasyonunda rezil rüsva oluşu, yalanlarının ortaya çıkışı hemen hepsi aslında Anti-Kürt siyasetlerinin bir gereği olarak netleşti ve ABD’ye yönelik kontra bir diplomasi ile teşhir oldu. İşte Tayip beyin yürüttüğü hovarda siyasetin tekmili birden ol hikayesi bu.. Yemezler. Boş bir efor..

Tayip Erdoğan “kültürler bileşeni” lafını çok ediyor. Son zamanda 5 Şubat 2004’te Kıbrıs konusundaki yeni atraksiyonları sökmeyince de “Kıbrıs’ta 2 din, 2 dil, 2 toplum var. Egemenlik iki toplumsal yapı üzerinde eşit konumlandırılmalı” demeye başladı. İyi de Türkiye ne olacak ?

Tarihten silinmeye uğraşılan Pontus Rumlarını, Ermenileri, Arapları, Gürcüleri, Çerkezleri,ötekilerini Türk sayarak bütün hakları bu yolla Türklere yontmak adaletli ve doğru bir tavır mı? Diğer azınlık yada uluslar da belirlenirse Türkiye’de Kültür bileşeninin en büyük grubunu Kürtlerin oluşturduğu görülecektir. Dil ve kültürü, bölgedeki yerleşikliği ile Kürtler niçin “kültür bileşeni” içinde egemenliğin bölüştürülmesi için gerekli bir toplumsal grup sayılmıyor ?

Bu haksızlığı ve yüzyıllardır yaratılmış yalanları bu kez de “Tarihte olanları kitaplarımızdan ayıklayacağız, biz kendimizi ifade edeceğiz” diyerek döneme uyarlamaya çabalıyor.Hadi tarihten bütün haksızlıkları tek taraflı ayıkladınız, kendinizi ifade ettiniz diyelim. O zaman yalanı ortadan kaldırmak ve Kürt Ulusu kabul edilerek bir ”kültürler bileşeninden” söz edilmesi de gerekmiyor mu?

Gerçeği söylemek, Türkiye’deki bileşeni doğru ifade etmek yerine işi bütün bölgeye yayarak daha da katmerli bir inkara başvuruluyor. Hep “din ve etnik temele dayalı” örgütlenmeleri kabul etmeyeceklerini açıklıyorlar, ama Arap Birliği’ne yada İslam Birliği’ne bir şey diyemiyor, demiyorlar.. Üstelik bunun toplantılarını, hatta liderliğini Türkiye’nin alması yolunda her şeyi de yaptılar, yapıyorlar.. Nihayet İslam kültürünü taşıma görevini yerine getiriyorlar. Birliğin en üst düzey toplantılarını Türkiye yönetip yönlendiriyor. Sermayenin önünde boynu kıldan ince.

Son olarak TC başbakanının Irakla ilgili belirlemesi de ilginç, “Irak’ta katılımcı Anayasa ve gözlemcilerin denetleyeceği bir seçim” istiyor. Neden o­nu bu kadar ilgilendiriyor anlaşılıyor. Örneğin, Türkiye’de katılımcı bir Anayasa mı var ? Kürtler yada diğer uluslar ve azınlıklar herhangi bir konuda devlet yönetimine, hayata kendi ulusal kimlikleri ile katılabiliyorlar mı ? Irak’ta örgütlü en büyük iki güçten birinin, Kürtlerin hak ve hukukunu, tarihsel süreçlerini hiçe saymak açıklanabilir bir durum mu?Başbakan bu aymazlığı yaparken azınlık olarak Türkmenlerle ilgili gösterdiği telaşını esas amacı ile gizliyor. Diyor ki, “huzurlu ve sağlıklı toplum gerekir Irak’a. Bu bizi, Suriye ve İran’ı rahatlatır”. Kürtler devlet olursa, Irak’ta egemenliğin bölüşüldüğü bir güç olurlarsa bu etnik ayrımcılık olacak, ama Türkmenler hak sahibi olunca iş katılımcılık oluverecek. Kürtler egemen olursa Türkmenlerin haklarını vermezler gibi bir gündem oluşturuluyor. Bu o­nlar için aslında hiç önemli değil, Kürtlerin bu tür hak gaspı yapmayacağını çok iyi biliyor. Esas sorun bölgede uzun vadede bir Kürdistan olgusudur. Çünkü, Kürt programları yalnız bölge devletlerinin iç bünyelerinin rahatlatıl-ması olayı değildir..Yukarıda değinmiştim, her üç devleti de ilgilendirdiği için şimdiden nasıl“rahatla-
yacaklarını” birlikte planlıyorlar. (...)

2004 sonlarında dağıtıma giren YENILGİNİN İZDÜŞÜMLERİ adlı kitapta, kapsamlı çalışma içerisinde bütün sınırlamaya karşın bölge devletleri ile ilgili bazı konuları tartıştım. Örneğin, elimizdeki belgelere dayalı olarak Suriye’nin durumunu, Kürt hareketi ile ilişkilerini belirlemeye çalıştım. Suriye’yi gündemden düşüren, o­na dokunmayan ve İran ile de flörtleri olan bazı Kürt liderlerinin hiç olmazsa geldiğimiz yerdeki son fotoğraf karşısında ne diyeceklerini gerçekten çok merak ediyorum.. En azından, yanlış yaptık demeleri gerekir diye düşünüyorum.

Geçelim.

"Kürt Sorununu” yatırmak için içimizden çıkan bazılarımızın o ‘meşhur’ TC'ye dizdikleri övgülerin neye tekabül ettiğini belirtmeleri gerekiyor. Değişiklik siyasal mı, Ekonomik mi yoksa sosyal mı, bunu söylesinler. Eski ümmetçi Erbakan’ın dediği gibi bu yeni “toy delikanlılar” aynen geçmişteki “acemi oğlanları” andırıyorlar. Bu yeni nöbetçiler elbette imaj değişikliği de yaptılar. “Allah’ın izniyle” her şeyi hemen her şeyi değiştirecekler.. Yılların birikmiş bütün sorunları o­nların dışında oluşmuş, hiç haberleri yok ve birden bire Allah o­nları sorunları bir çırpıda çözmek için gökten “zembille” indiriverdi. Hemen hepsi eski partilerinde görev almış kadrolardan oluşan ‘beyazın beyazı’ yeni partileri, elle konulmuş gibi 3 ayda TC tarihinde ender görülen bir biçimde, üstelik çoğunlukla iktidarı elde etti. Ecevit gibi, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Bahçeli gibi liderleri azınlık olarak günlerce koruyan devlet, bir anda o­nları tepe taklak başından attı. Bunlar tesadüf mü, yoksa seçmen çok mu bilinçlenmiş de siyasi tercihlerini hemen terk edip "Allah’ın Yolunu" tutuveriyor! Sonuçta, Ümmetçi Yeni Kemalizm Kürtleri de bir potada eriterek Ortadoğu’ya dönük Müslüman kardeşliğinin en‘ilerici’ temsilcileri olarak nöbeti devralmış bulunuyorlar..

Kullanılan tek şey Terörizm. Kürt hareketi de bununla özdeşleştirildiğinden, vatanı için yıllardır vuruşanlar azınlığa düşürülmeye çalışılıyor. Bir kere Kürt hareketi haklı ve meşru taleplerin savunucusudur, terörist değil. Hiç bir zaman terörist olmadı. Ulusal ve demokratik bir harekettir.. Bugün geldiğimiz durakta yine vardır ve her zaman var olacaktır da.. Eğer, Ortadoğu’daki çözümü zor çıkar ilişkileri olmasa, şimdi bu dünyanın son sömürgesi de bir devlete tekabül ederek kendini ifade etmişti.. Yine de, bütün Kürdistan parçalarında değişik olmakla birlikte, döneme denk düşen programlarla bulunulan devlete tekabül eden öneri ve çözümler gündemde. Umarım, bu mazlum ulusta kendini ifade eder ve ileri programlara da adım atar.

TC açısından Kürtlerin durumuna bakacak olursak , Misak-ı Milli sınırları içinde çok uluslu toplumsal bir yapı varlığını göstermektedir. Bu zorunlu durum karşısında TC’nin inkarı anlam ifade etmiyor. Alışılmış geleneksel tavrı ile işi olup bittiğe getirmek istiyor. Kürtlerin bu varlıkları o­nların talep ve buna denk düşen programlarının kabulünü gerektiriyor. Bu aynı zamanda diğer azınlık ve ulusların da tanınması, haklarının, programlarının kabulü demektir.

Bu nedenle demokrasi ve vatandaşlık olguları, terörizm suçlaması yada inkar ile ortadan kaldırılamaz. Geleneksel TC militarizminin, ırkçılığının ve Ümmetçi Kemalist gericiliğin boyutlarını aşan niteliktedir. Bu bağlamda, mevcut koşullara uygun Kürtlerin ciddi bir programla kendilerini ifade etmeleri gerekiyor ve bu program vardır. Programın işletilmesinde, Avrupa Birliğinin TC’nin yedek üyeliğe alınması için deneme safhasında büyük, ama hantal, ilkel işgücüne karşın kapsamlı bir pazarı kapma anlayışı ve ABD ile olan rekabeti de gözden uzak tutulamaz.Bu nedenlerle TC’yi kendi içine çekmek istemesi, demokratik bir ortamın yaratılarak o­nun terbiye edilmesini,"Kürt Sorununun" "çözüme ulaştırılmasını" da dayatıyor. Bu siyasal bir çözüm gerektirdiği gibi, ekonomik entegrasyonu da içeriyor.

Bütün bu söylediklerimiz, illegal yapılanmaların legal düzeye çıkarak kendilerini ifade etmeleri ve amaçlarına ulaşmış olduklarını belirterek ortadan kalkmaları sürecine kadar, o­nların meşruiyetlerini kabullenmeyi de içinde taşımak koşuluyla, şimdilik ivedi legal bir programın dayatılmasını, somutlaştırılmasını gerektiriyor. Bu bağlamda bazı program hedefleri tıkanan illegal örgütlerin yukarıdaki mücadelenin geneli açısından zorunlu hakları baki olmak kaydıyla, sürecin önünden aktif ve kabul edilebilir çözümlerle geçici de olsa çekilmeleri zorunludur. Bunu bilmeleri ve varsa dönemi ifade eden legal programlarını gündeme taşımaları için gerekli örgütsel yapıyı hazırlamaları gerekiyor. Bu da en başta ulusal bir program ve yapılanma ile olacaktır. Bunun uzun vadeli bir programa ters olduğu söylenemez. Şunun da altını kalınca çizmek gerekiyor, şu yada bu nedenle kendilerine anadan doğma yada miras yolu ile ulusallık biçenlerinde bu anlatılmak istenen program üzerinden vesayetlerini kaldırmaları gerekir. Gerici / ilkel boyutlara varabilecek eğilim ve davranışların terk edilerek, dönemi ifade edecek ulusal program üzerinde anlaşma sağlanması ivedidir.

Kürtler, sorunlarını sessiz sedasız ve TC'nin istediği biçimde değil, açık ve tartışılır olarak legalize edecekler, bu da vuruşa vuruşa olacaktır.
(...)

Bu tantananın arkasında ise, asıl önemlisi Güney KÜRDİSTAN konusundaki ortak açıklama oldu.. TC’nin kendisini Atatürk’e benzetmede özel çaba harcayan Cumhurbaşkanı ile tarihin en kötü ve en ilkel açıklamasını yaptılar. Orada, Irak’ta “etnik ayrımcılığın tehlikeli olduğunu ve birlikte buna izim vermeyeceklerini” belirttiler. Niçin bu kadar o­nları ilgilendirdiği sorgulanması gereken bir konu. Çünkü, böylece esas amaçları ortaya çıkmış olacak.Geçmişe kısa bir göz atın neler görürsünüz neler.. Daha düne kadar birbirlerine yaptıkları olmadık kabadayılıklar, ilişkilerindeki entrikalar,açıklanması zor nice olay ve olgular, istihbarat numaraları, MAFYA bağlantıları kolay ortadan kaldırılamaz. Bunların açılması, tartışılması mutlaka gerekiyor. Keyifleri istediğinde anti-demokratik, ahlaki olmayan, devlet ilişkileri demeye bin şahit isteyen şeyleri “komşuluk” ayağına ortadan kaldırmanın adını da “teröre karşı” bölgesel işbirliği koyarak yapıyorlar..

Ve bu gezinin medya boyutları da utanılacak biçimler içinde sunuldu. Beşar ESAT çok aceleye getirilmiş bir ziyaret gerçekleştirdi. İstanbul’a da gitti. Orada ne yaptığı, kimlerle görüştüğüne Rufailer karar versin, ancak adını İstanbul Menkul Kıymetler Borsasını ziyaret olarak koydular. Böylesi bir protokolü de ilk defa görmüş olduk. (...)

Türkiye’ye yağ çekerek Kürtleri inkar etmeye çabalayan, Kürtlerin sağladığı olanaklarla devlet olmaya çalıştığı unutan Suriye’nin miras yollu lideri BEŞAR, bu ziyareti hanımı, çocukları,dadıları ve binlerce insanın kanı ellerinde olan El-Muhaberat adıyla “maruf” istihbarat örgütünün irikıyım adamları ile gerçekleştirdi. Gezi neredeyse bir defileye dönüştürüldü. Türkiye de, alışılmış tavrı ile kendini överek olayı şişire bildiği kadar şişirdi. Diplomasinin içine ettiler. Ensesi kalın, kulağı kesik,Kürtleri mahkeme gibi yargılamaya uğraşan birçok gazeteci ibretle o­na “sen yıllardır ne yapıyorsun, sen ne zaman ve hangi kurallara göre birden demokrat yada bölge koruyucusu oldun.. Senin altındaki kanlı ve iğrenç dünya ne olacak” demedi. Çünkü devlet törenlerinde Medya kuzu gibidir. En azından “sen önce hesap ver, ceza evlerinizde daha yıllardır mahkemeye çıkmayan insanlar var ! Birçok katliam,işkence var. Seni bir yargılayalım sonra” demedi, diyemedi.. Yani, dünya “babalarının malı” olduğu için istediklerini yapıyorlar.

Kanımız ve canımız pahasına yıllardır haraç mezat satılan bedeller üzerinde şimdi Beşar bey Hatay Sorunu’na da “nokta koyuyor” ve böylece Suriye’yi mekan edinen bir Türk “Solu” grubu daha tarihe havale edilmiş oluyor.. Herhalde, bu “Komünist hareket” de bir yolunu bulup geçmişle ilgili tek laf etmeden, “küreselleşme” kulvarına girerek, yeni dönemi biraz da böyle idare eder! (...)

Esas önemli olan Suriye dukalığının PKK ile geçmişteki içlidışlı ilişkileri. Bu ne olacak ? Hesabı belli olmayan taşınmaz malvarlığı,arşiv ve paranın hemen tümüne el konulmuş. Öcalan “Suriye bir tek kuruşumuzu vermedi, vermeyecek. Mallarımızı satmayı da kabul etmiyor” dedi. Üstelik PKK içindeki yüzlerce Suriyeli ne olacak ? İşte, Beşar Esat bu geçmiş ve enkaz üzerinden ziyaretini gerçekleştirdi, Türkiye’nin o­nu Avrupa Birliğine “komşu ettiğini” ihmal etmeden “değiştiğini” göstermeye çabaladı. “YENİ” TC Hükümetinin inanç özgürlüğü ayağına iyi kullandığı biçimiyle biz de “Allah sonumuzu hayretsin” diyelim.

Gelelim İran’a. O da “sarığı ve pelerini” ile, telaşla “Müslüman kardeşine” koşa koşa geldi. ”Modern Türkiye”yi daha da “ileri” götürmek için ilk elde Irak’ta Kürtlerin federasyon talebine engel olunacağını deklere etti. Ve topraklarında PKK faaliyetlerine izin vermeyeceğini söyledi. Türkiye’ye, Avrupa Birliğine kendilerini “komşu” ettiği için o da teşekkür etti. Ne yaparsın, Avrupa Birliği’nin sınırları her yere götürülüyor!

Ama, topraklarındaki TC aleyhindeki faaliyetlerin ne olduğu meçhul. Bu “faaliyetlerin” geçmişi de belli değil. İran da Suriye gibi sözüm o­na kendini istediği zaman her şeyden arınmış bir devlet olarak sunabiliyor. Çünkü,”Allah hep o­nların yanında”.Şunu da ekleyelim,Avrupa Birliğine esas komşu olan bu bölge devletlerinin hemen hepsinin sınırlarındaki KÜRDİSTAN’dır. Bundan çok içlendikleri görülüyor. (...)

O İran ki, yüzyıllardır bize hayat hakkı vermemek için her şeyi yapmış, insan haklarının bile tartı-şılması gereken bir devlet.Bölgesel işbirlikleri ve paktlar ile özgürlüğümüzün, bağımsızlığımızın, temel insani haklarımızın üstüne tünemiş bir devlet. Hiçbir uluslar arası hukuk ile zarar ve ziyanlarımızın bedellerini de o­ndan alamadık. Şimdi utanmadan ve “Allah” adına yine bize pusular oluşturuyor. Oysa, biz o­nun biraz olsun değiştiğini düşünüyorduk! Tabi bütün bu telaş bölgedeki o­nu da içine alan programlarla ilgili. “Korkunun ecele faydası” olacağını sanmıyorum!

Sanki Kürtler Müslüman değil! Ve son dönem yaptığına bakın. 29 Aralık 2003’te son İran depremi dolayısıyla Türkiye’nin İran Büyükelçisi de “Neden İsrail yardımlarını kabul etmiyorsunuz” sorusunu “Filistinlileri öldürüyorlar” diye cevaplıyor. Siz şu işe bakın! Kürtlere yapılanlar karşısında TC ile yine el ele verebiliyor. Üstelik Filistin Hareketi bir kez olsun bütün hayatında Kürtlere dönük bildiri bile yayınlamamış bir hareket. (...)

Türkiye, İran, Irak ve Suriye bu devletlerin hemen tümü, bölgede cetvelle çizilmiş haksız, adaletsiz devletler.Bizim o­nlarda ahımız var, son bir kez bile “Allah’a ibadetin gereğini” yerine getirmediler! Hepsi de ellerine hukuksuz verilmiş topraklarda, yaklaşık Suriye 2, Irak 5, İran 7 ve Türkiye 25 milyon Kürt nüfusu tutuyorlar. Bu dört sömürgeci bölge devleti tarihleri boyunca Kürtlere hep haksızlık, katliam, sürgün, vb. politikaları uygulamış hala aynı şeye devam etme kararındalar. 1.Dünya Savaşı sonrası koşulların 4 parçaya böldüğü Kürdistan’ın her bir parçasını kendi toprakları içine alan bu bölge devletlerinin durumu İngilizlerin ve Rusların taraf olmaları ile ortaya çıkmış bir kendiliğinden durum. Şimdi bölgenin yeni haritası yapılıyor. Bunu da kabullenmek gerekmiyor mu? Ama, hala bize karşı adaletsiz ve haksız davranmada beis görmüyorlar. (...)

Doğu Kürdistan’daki hareketin liderini ve yanındakileri açıkça katleden İran’ın devlet başkanı Hatemi efendi de bütün siyasal ve diplomatik kuralları ayaklar altına alarak TC ile “bayram değil seyran değil” misali acele buluştu. İlk elde oradaki Kürtlerin hak ve hukuku yerine, üstüne görev olmayan biçimde Güney Kürdistan’daki gelişmelerin tehlikeli bulduğunu belirtti.. Her dönem Irak’ın toprak bütünlüğünü parçalamak için olmadık savaşlar yürüten İran, şimdi Irak’ın toprak bütünlüğünden dem vuruyor. Hayret bir şey! TC ile birlikte buna müsaade etmeyiz diyor ve gelişmeleri “etnik ayrımcılık” olarak koyuyor. Tarihin tanıklığına çok ihtiyaç var.1514’lerden, 1639’lara ve oralardan 1946 Mehabat’a, Irak-İran Savaşına, bölgedeki Bağdat Paktından Cento’ya ve diğer bölgesel siyasi ve polisiye ilişki ve işbirliklerine kadar hemen tümü ibret verici bir süreci, entrikaları içeriyor. İran bütün hepsini keyfince geride bırakıyor “Allah yolunda” ilerliyor, cihatlar ilan ediyor. Şimdi de birden bire “Reformcu” kesiliyor. Ama, Kürtler olmasın isteniyor. İnsanın bu komediye gülesi geliyor.

Tiyatronun finalini de daha önceki bağlantıları içinde meşhur Perver Müşerref yaptı. Pakistan Cumhurbaşkanı Irak’taki gelişmeleri, o­nun “bütünlüğü” de dahil aynen diğerleri gibi yorumladı, üstü-ne görev olmayan biçimde Türkiye’yi destekleyeceğini belirtti. 20 Ocak 2004’te Türkiye ziyaretinde “Türkçe konuşmadan” tutun Atatürk’ü göklere çıkaran övgüleriyle İran-Suriye ziyaret üçgenini tamamlamış oldu. En sonunda Arap aleminde neredeyse her bölgesel sorunda adet haline gelen “arabuluculuk görevlisi” Mısır Cumhurbaşkanı ile bir “SON” gala düzenlediler. “Adet üz redir, ekabir sonda gelir meclise her dem” ! Mubarak Şubat’ın 2.haftası ekabir ziyareti ile aynı şeyleri tekrarladı. (...) Niçin o­nları bu kadar ilgilendiriyor anlayamadık, hayret ! Tarihin bütün pislikleri gözlerimizin önünden bir anda geçti. (...) Ne diyelim, tarih utansın..

Devam edelim.
Bütün tarihi olgular, bölgedeki değişim, gelişmeler ve gerçeklere karşın, ortalığa bir Deccal gibi salınmış Türkiye Başbakanı Tayip Erdoğan ise, Ümmetçi Kemalizm’in yeni motiflerini bir yerlerin icazeti ile “ustaca” konuşmaya devam ediyor. Detaylı ele alınması gerekir, ancak olanaklarımız bu yazı çerçevesinde buna el vermiyor.. Yine de, konunun anlaşılması bakımından ilginç bazı belirlemelerine kısaca bakmakta yarar var.

Tayip Erdoğan,Türkiye adına çelişkili açıklamalarında diyor ki,“Modern bir Türkiye yaratacağız. Biz her şeyi düzelteceğiz”. “Batı Kültürü ile İslam Kültürünü buluşturuyoruz”.“İslam Kültürü ile demokrasi kültürünü buluşturduk”.“Biz demokrat muhafazakarız”. Bu son belirlemesiyle ideolojik varyantını da koymuş oluyor.Tarihte kendisine atfedildiği gibi Mustafa Kemal’in aynı mealdeki cümlelerinde kelime oyunları ile ufak değişiklikler yapıyor. Ama, İslam’ı o­nun gibi kullanmıyor, bizzat yeni İslamcılığın resmi temsilciliğini yapıyor. Bu da Kemalizm’in geldiği ÜMMETÇİ duraktır. Atatürk de “Doğu kültürü ile Batı kültürünün ortasında bulunduklarını” söylüyordu. “İleri medeniyetler ya da muasır medeniyetler seviyesine çıkmayı amaçladıklarını” söyleyip durmuştu. Bundan kastı da Batılı olmak olarak yorumlanmıştı. Yani, ileri ve yüzyıla tekabül edenin batı medeniyeti olduğunu söylüyordu. Ama, bir türlü batılı bir toplum olamadılar. Bunun acısını çıkarmak uğruna olsa gerek, bu kez Viyana kapılarına değil, Avrupa Birliğinin kapılarına dayandılar..

Şimdi Türklerin yeni Kemalizm söylemlerinde, “Doğu Kültürü ile Hıristiyan kültürünü bitleştirme” yok. Dolayısıyla “Doğu Kültürü” İslam Kültürü olarak yer alıyor. Türkiye Avrupa Birliği yoluyla sözde “batı medeniyetinin” içine girmeye son ve değişik biçimde girme hazırlığı yapıyor. Ama bu “kültürler birleşmesi” Kürtler ortadan kaldırılarak yapılmak isteniyor.Ve Türk Başbakanı “birleşmenin” dini motiflerle olmayacağını da belirterek, üzerindeki şaibeyi sözde bir yerlere koyuyor. Atatürk Doğu ve Batı medeniyetlerini buluşturmaya çabaladı ve ne o ne de o­ndan sonrakiler bir türlü bu buluşmayı başaramadılar. TC’nin son atraksiyonları, Irak Operasyonunda rezil rüsva oluşu, yalanlarının ortaya çıkışı hemen hepsi aslında Anti-Kürt siyasetlerinin bir gereği olarak netleşti ve ABD’ye yönelik kontra bir diplomasi ile teşhir oldu. İşte Tayip beyin yürüttüğü hovarda siyasetin tekmili birden ol hikayesi bu.. Yemezler. Boş bir efor..

Tayip Erdoğan “kültürler bileşeni” lafını çok ediyor. Son zamanda 5 Şubat 2004’te Kıbrıs konusundaki yeni atraksiyonları sökmeyince de “Kıbrıs’ta 2 din, 2 dil, 2 toplum var. Egemenlik iki toplumsal yapı üzerinde eşit konumlandırılmalı” demeye başladı. İyi de Türkiye ne olacak ?

Tarihten silinmeye uğraşılan Pontus Rumlarını, Ermenileri, Arapları, Gürcüleri, Çerkezleri,ötekilerini Türk sayarak bütün hakları bu yolla Türklere yontmak adaletli ve doğru bir tavır mı ? Diğer azınlık yada uluslar da belirlenirse Türkiye’de Kültür bileşeninin en büyük grubunu Kürtlerin oluşturduğu görülecektir. Dil ve kültürü, bölgedeki yerleşikliği ile Kürtler niçin “kültür bileşeni” içinde egemenliğin bölüştürülmesi için gerekli bir toplumsal grup sayılmıyor ?

Bu haksızlığı ve yüzyıllardır yaratılmış yalanları bu kez de “Tarihte olanları kitaplarımızdan ayıklayacağız, biz kendimizi ifade edeceğiz” diyerek döneme uyarlamaya çabalıyor. Hadi tarihten bütün haksızlıkları tek taraflı ayıkladınız, kendinizi ifade ettiniz diyelim. O zaman yalanı ortadan kaldırmak ve Kürt Ulusu kabul edilerek bir ”kültürler bileşeninden” söz edilmesi de gerekmiyor mu ?

Gerçeği söylemek, Türkiye’deki bileşeni doğru ifade etmek yerine işi bütün bölgeye yayarak daha da katmerli bir inkara başvuruluyor. Hep “din ve etnik temele dayalı” örgütlenmeleri kabul etmeyeceklerini açıklıyorlar, ama Arap Birliği’ne yada İslam Birliği’ne bir şey diyemiyor, demiyorlar.. Üstelik bunun toplantılarını, hatta liderliğini Türkiye’nin alması yolunda her şeyi de yaptılar, yapıyorlar.. Nihayet İslam kültürünü taşıma görevini yerine getiriyorlar. Birliğin en üst düzey toplantılarını Türkiye yönetip yönlendiriyor. Sermayenin önünde boynu kıldan ince.

Son olarak TC başbakanının Irakla ilgili belirlemesi de ilginç, “Irak’ta katılımcı Anayasa ve gözlemcilerin denetleyeceği bir seçim” istiyor. Neden o­nu bu kadar ilgilendiriyor anlaşılıyor. Örneğin, Türkiye’de katılımcı bir Anayasa mı var ? Kürtler yada diğer uluslar ve azınlıklar herhangi bir konuda devlet yönetimine, hayata kendi ulusal kimlikleri ile katılabiliyorlar mı ? Irak’ta örgütlü en büyük iki güçten birinin, Kürtlerin hak ve hukukunu, tarihsel süreçlerini hiçe saymak açıklanabilir bir durum mu ? Başbakan bu aymazlığı yaparken azınlık olarak Türkmenlerle ilgili gösterdiği telaşını esas amacı ile gizliyor. Diyor ki, “huzurlu ve sağlıklı toplum gerekir Irak’a. Bu bizi, Suriye ve İran’ı rahatlatır”. Kürtler devlet olursa, Irak’ta egemenliğin bölüşüldüğü bir güç olurlarsa bu etnik ayrımcılık olacak, ama Türkmenler hak sahibi olunca iş katılımcılık oluverecek. Kürtler egemen olursa Türkmenlerin haklarını vermezler gibi bir gündem oluşturuluyor. Bu o­nlar için aslında hiç önemli değil, Kürtlerin bu tür hak gaspı yapmayacağını çok iyi biliyor. Esas sorun bölgede uzun vadede bir Kürdistan olgusudur. Çünkü, Kürt programları yalnız bölge devletlerinin iç bünyelerinin rahatlatılması olayı değildir.. Yukarıda değinmiştim, her üç devleti de ilgilendirdiği için şimdiden nasıl “rahatlayacaklarını” birlikte planlıyorlar. (...)

2004 sonlarında dağıtıma giren YENILGİNİN İZDÜŞÜMLERİ adlı kitapta, kapsamlı çalışma içerisinde bütün sınırlamaya karşın bölge devletleri ile ilgili bazı konuları tartıştım. Örneğin, elimizdeki belgelere dayalı olarak Suriye’nin durumunu, Kürt hareketi ile ilişkilerini belirlemeye çalıştım. Suriye’yi gün-demden düşüren, o­na dokunmayan ve İran ile de flörtleri olan bazı Kürt liderlerinin hiç olmazsa geldiğimiz yerdeki son fotoğraf karşısında ne diyeceklerini gerçekten çok merak ediyorum..En azın-dan, yanlış yaptık demeleri gerekir diye düşünüyorum.

Geçelim.

"Kürt Sorununu” yatırmak için içimizden çıkan bazılarımızın o ‘meşhur’ TC'ye dizdikleri övgülerin neye tekabül ettiğini belirtmeleri gerekiyor. Değişiklik siyasal mı, Ekonomik mi yoksa sosyal mı, bunu söylesinler. Eski ümmetçi Erbakan’ın dediği gibi bu yeni “toy delikanlılar” aynen geçmişteki “acemi oğlanları” andırıyorlar. Bu yeni nöbetçiler elbette imaj değişikliği de yaptılar. “Allah’ın izniyle” her şeyi hemen her şeyi değiştirecekler.. Yılların birikmiş bütün sorunları o­nların dışında oluşmuş, hiç haberleri yok ve birden bire Allah o­nları sorunları bir çırpıda çözmek için gökten “zembille” indiriverdi. Hemen hepsi eski partilerinde görev almış kadrolardan oluşan ‘beyazın beyazı’ yeni partileri, elle konulmuş gibi 3 ayda TC tarihinde ender görülen bir biçimde, üstelik çoğunlukla iktidarı elde etti. Ecevit gibi, Mesut Yılmaz,Tansu Çiller, Bahçeli gibi liderleri azınlık olarak günlerce koruyan devlet, bir anda o­nları tepe taklak başından attı. Bunlar tesadüf mü, yoksa seçmen çok mu bilinçlenmiş de siyasi tercihlerini hemen terk edip "Allah’ın Yolunu" tutuveriyor ! Sonuçta, Ümmetçi Yeni Kemalizm Kürtleri de bir potada eriterek Ortadoğu’ya dönük Müslüman kardeşliğinin en‘ilerici’ temsilcileri olarak nöbeti devralmış bulunuyorlar..

Kullanılan tek şey Terörizm. Kürt hareketi de bununla özdeşleştirildiğinden, vatanı için yıllardır vuruşanlar azınlığa düşürülmeye çalışılıyor. Bir kere Kürt hareketi haklı ve meşru taleplerin savunucusudur, terörist değil.Hiç bir zaman terörist olmadı. Ulusal ve demokratik bir harekettir.. Bugün geldiğimiz durakta yine vardır ve her zaman var olacaktır da..Eğer, Ortadoğu’daki çözümü zor çıkar ilişkileri olmasa, şimdi bu dünyanın son sömürgesi de bir devlete tekabül ederek kendini ifade etmişti.. Yine de, bütün Kürdistan parçalarında değişik olmakla birlikte, döneme denk düşen programlarla bulunulan devlete tekabül eden öneri ve çözümler gündemde. Umarım, bu mazlum ulusta kendini ifade eder ve ileri programlara da adım atar.

TC açısından Kürtlerin durumuna bakacak olursak , Misak-ı Milli sınırları içinde çok uluslu toplumsal bir yapı varlığını göstermektedir. Bu zorunlu durum karşısında TC’nin inkarı anlam ifade etmiyor. Alışılmış geleneksel tavrı ile işi olup bittiğe getirmek istiyor. Kürtlerin bu varlıkları o­nların talep ve buna denk düşen programlarının kabulünü gerektiriyor. Bu aynı zamanda diğer azınlık ve ulusların da tanınması, haklarının, programlarının kabulü demektir.

Bu nedenle demokrasi ve vatandaşlık olguları, terörizm suçlaması yada inkar ile ortadan kaldırılamaz. Geleneksel TC militarizminin, ırkçılığının ve Ümmetçi Kemalist gericiliğin boyutlarını aşan niteliktedir. Bu bağlamda, mevcut koşullara uygun Kürtlerin ciddi bir programla kendilerini ifade etmeleri gerekiyor ve bu program vardır. Programın işletilmesinde, Avrupa Birliğinin TC’nin yedek üyeliğe alınması için deneme safhasında büyük, ama hantal, ilkel işgücüne karşın kapsamlı bir pazarı kapma anlayışı ve ABD ile olan rekabeti de gözden uzak tutulamaz.Bu nedenlerle TC’yi kendi içine çekmek istemesi, demokratik bir ortamın yaratılarak o­nun terbiye edilmesini,"Kürt Sorununun" "çözüme ulaştırılmasını" da dayatıyor. Bu siyasal bir çözüm gerektirdiği gibi, ekonomik entegrasyonu da içeriyor.

Bütün bu söylediklerimiz, illegal yapılanmaların legal düzeye çıkarak kendilerini ifade etmeleri ve amaçlarına ulaşmış olduklarını belirterek ortadan kalkmaları sürecine kadar, o­nların meşruiyetlerini kabullenmeyi de içinde taşımak koşuluyla, şimdilik ivedi legal bir programın dayatılmasını, somutlaştırılmasını gerektiriyor. Bu bağlamda bazı program hedefleri tıkanan illegal örgütlerin yukarıdaki mücadelenin geneli açısından zorunlu hakları baki olmak kaydıyla, sürecin önünden aktif ve kabul edilebilir çözümlerle geçici de olsa çekilmeleri zorunludur. Bunu bilmeleri ve varsa dönemi ifade eden legal programlarını gündeme taşımaları için gerekli örgütsel yapıyı hazırlamaları gerekiyor. Bu da en başta ulusal bir program ve yapılanma ile olacaktır. Bunun uzun vadeli bir programa ters olduğu söylenemez. Şunun da altını kalınca çizmek gerekiyor, şu yada bu nedenle kendilerine anadan doğma yada miras yolu ile ulusallık biçenlerinde bu anlatılmak istenen program üzerinden vesayetlerini kaldırmaları gerekir. Gerici / ilkel boyutlara varabilecek eğilim ve davranışların terk edilerek, dönemi ifade edecek ulusal program üzerinde anlaşma sağlanması ivedidir.

Kürtler, sorunlarını sessiz sedasız ve TC'nin istediği biçimde değil, açık ve tartışılır olarak legalize edecekler, bu da vuruşa vuruşa olacaktır.
(...)

Devami var.

Mümtaz. Kotan