Mümtaz KOTAN : Gazeteci/Yazar Taha Akyol’a Açık Mektup, bazı düşünceler. — Bizim Rizgarî olarak ‘’Hak-Par Çevresi’’nde olmadığımız kesin. Onun çevresini başka siyasi grup ve tek tek unsurlar oluşturmuş olabilir. Federasyoncuları tartışmak gerekiyor, ancak öneri sahibi olabilirler.. Kürt ‘’Halkı’’nın çoğunluğu nasıl oluşuyor ve bunun neyi desteklediği açık ortaya konulmalı. Kürt Hareketi böyle bir kıyaslama ile anlamsız hale sokulamaz. Ve Kürt Hareketi’ni PKK ile, giderek terör ile özdeşleştirmek yanlıştır. Kürt Hareketine açık isim konulmalı, ‘’Kürtçü Hareket’’ gibi belirlemelerden kurtarılmalıdır. Irkçı çağrışımlara engel olunmalıdır. Son günlerde gündem olan bir konuda yazmış olduğunuz yazı içindeki bazı konuları kısaca tartışmak istedim. Bu açıklamalar, yazınızda belirttiğiniz, ‘’Kürtçü Hareket’’in bölümleri olarak sunduğunuz kişi ve grupları da yakından ilgilendiriyor. Bunları değiştirmenize sevinirim. Aslında bunları daha geniş tartışabiliriz. Sayın Taha Akyol, 22 Eylül 2005 tarihli Milliyet Gazetesinde ‘’Kürtçü Harekette Büyük Bölünme’’ başlıklı yazınızı okudum. Yalnız ‘’Kürtçü Hareket’’ olarak isimlendirmeniz değil, yazınıza temel alınan kavramlar, gruplar ve bazı belirlemeler de gerçekleri ifade etmiyor. Bilgi eksikliği ve bazı unsurlardan edinilen duyumlarla hareket ettiğiniz belli. Bu nedenlerle itirazlarım var, görüşlerinize katılmıyorum. Taha bey, demokratlık konusunda fazla bir şey söylemeyeceğim, bu kavram çok aşağılara düşürüldüğü ve anlamını da yitirdiğinden tartışmayı onun ölçülerine vurmadan gazeteci ve yazar olarak size kısaca şunu söylemek istiyorum; artık gelinen yer itibariyle kavramların seçilmesi ve kullanılmasında daha dikkatli olunması gerekiyor kanısındayım. Ayrıca bu tür tartışma, eleştiri ve saptamalarda belli bir hukukun olması da zorunlu. Tersine kendini ifade etmede zorlanan, bir takım yüklemler altında olan, başka görüş ve düşünceleri dile getirenler için son derece kötü, haksız ve adaletsiz bir düzeyin oluşacağı bir gerçek. Bu da demokratik değil.. Türk aydını, yazar-çizerleri ve siyaset adamları arasında özel nitelikler elbette var, kariyerlerine saygı duyacağımız insanlar var. Bilimsel ve zorunlu bazı kavramları kullanmaları gerekiyor. Yazım,söylem, eleştiri ve belirlemelerde kullandıkları özgürlüğü başkalarına da tanımaları gerekmez mi ? Bu bağlamda, Kürt hareketi hatası ve sevabıyla içerde, dışarıda yıllardır sürüyor. Kendini ifade etmede çok yol aldı. Atatürk’ün Nutkundan yada benzeri belge ve bilgilerden hareket edilmesi artık çok ilkel kalıyor. Bütün bu ve benzeri devlet kaynaklarının, Kemalist risalelerin hemen tümünün ‘’pabucu dama atıldı’’ sayılır. Başbakan yada dönemin ‘’aydınları’’ hiçbir şey yokmuş gibi işi başa çekiyorlar, bu konuda kendilerine benzeri dönemlerde olduğu gibi Kürtlerden taşaron da buluyorlar.. Kürt Sorunu ile ilgili çok şey yazıldı, yazdık, tartıştık. Türkiye’de ‘’Kürtçü Hareket’’ değil bir Kürt yada Kürdistan Sorunu’na işaret etmek gerekiyor. Devletin paslı, kirli, entrika dolu raflarından aşağıya dosya indirmek yerine, kahramanlık edebiyatı yerine gerçeklerin, doğruların ifade edilmesi gerekmiyor mu ? Bunun verilerini sunmayı gizlemenin, başka yerlere çekmenin artık mümkün olmadığını sanıyorum. Bu nedenlerle Kürt yada Kürdistan gibi kavramlarla somut bir hareketi açıklamak gerçek durumu ifade edebilir ancak. Öyle abartılacak, korkulacak yada bazı anlamlar çıkarılacak kavramlar da değil bunlar. Eğer, Türkiye Cumhuriyeti sorunu kendi içinde çözüme ulaştırmak istiyorsa, bazı şeylerden korkuyorsa, kabulleniyorsa en azından artık ‘’Doğu - Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’’ ni kaldırıp, yalan/dolan anlatımlar yerine Kürdistan bölgesini koymasını bilmelidir. Eğer bu kavramların kullanılması iç politika ve dengeler açısından bazı zorluklar, hatta tehlikeler yaratıyorsa, onun yerine tırnak içinde ‘’Kürtçü Hareket’’ kullanmanın sorunu karşılamadığı bir gerçek. Yalnız sosyolojik, politik ve tarihsel verilere ters değil, aynı zamanda Türkçü Hareketi de çağrıştırıyor. Tehlikeli bir boyut oluşturuyor. Soruna bir ırkçı izlenim veriyor. Zaten devlet ağızlarının, ordunun, bazı basın, istihbarat ve polis çevrelerinin açıklamalarında, ‘’eylemleri’’ sunuşlarında, yorumlarında olay yine eski alışkanlıklarla bir yerlere çekilmek isteniyor. Değişiklik o kadar az ki, uluslararası düzeylerde öylesine abartılı bilgiler sunulabilmesi karşısında hayretler içinde kalıyorum. Şunu da ısrarla belirtiyorum, Kürtler, Kürt hareketi milliyetçi olabilir, ama asla ırkçı değildir, hiç bir zaman da olmadı.. Irkçı karşıtlıklar yaratacak, izlenimler verecek anlayışın Kürt Hareketi üzerinden kaldırılarak, hem vesayet altına alınması kabul edilmemeli hem de soruna açık ifadeler getirilmeli. Kürt Hareketi terörle de açıklanamaz, çünkü değil.. Bunun gibi, Türkiye’de yukarıdan aşağıya bütün bir yaşama sinen ve tartışılması bile suç olan Kemalizm olgusunun, bütün hak, düşünce ve davranışlar üzerindeki egemenliğine de son verilmelidir. Ancak bu uygulamalarla demokratik bir zemin ve sorunların çözümüne ilişkin tartışmalar için uygun ortam yaratılabilir. Zor ama gerekli. Bu nedenle, Kürt Sorunu horlanmadan, küçültülmeden ve açık/seçik dile getirilmeli diyorum. Sorunu terörle yada PKK ile özdeş saymak gibi son derece yanlış politik bir manevra alanı yaratılmak isteniyor. Daha düne kadar başbakan ve hükümetinin Türkiye’de yok saydığı, yer yer provokasyon olarak nitelediği bir sorun, bakıyorsunuz ‘’Türkiye’de Kürt Sorunu var’’ gibi bir boyuta ulaşıyor. Bu da, özel olarak Başbakanın Diyarbakır’a gidip düzenlenen törenlerle, ‘’aydınlar’’ tarafından süslenen sahnelerde, soyut ve her tarafa çekilebilir biçimde açıklamalarla yapılıyor. Başbakan her şeyde olduğu gibi, istihbarat bilgilerine dayalı olarak dönemi kotarmaya, ‘’her şeye kadir’’ olduğunu göstermek için Kürt Sorunu’nu da yüzüne gözüne bulaştırarak gündeme sokmaya çalıştı. Nihayet ‘’ben bunu da konuşurum’’ gibi görünerek, kendinden öncekilere ‘’fark atma’’nın yolunu seçti..Daha önce bu soruna dönük açıklamalar yapan başbakanları hatırladığımızda, şimdiki başbakanın açıklamasının zamanlaması ve acele ile yapılmasının da başka programlara endeksli zorunlu bir açıklama olduğunu, içinin ve altının boş olduğunu görüyoruz. Diğerlerini bir yana bırakın, daha yakın zamanda ‘’AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer’’ diyen başbakan M. Yılmaz yargılanıyor ! Onu kınayanlar, olmadık laflar ederek karalayanlar şimdi Diyarbakır’a gidip oradan açıklamalar yapabiliyorlar. ‘’Dün dündür bugün de bugün’’ tekerlemesi gibi. Ne yazık ki bu serüvende birçok ‘’aydın’’ da var ! Bu nedenlerle başbakanın açıklamasını birçok konuda olduğu gibi abartanlar, ‘’önemli bir jest’’ vb.. olarak gören yada gösterenler yanılıyorlar. Başbakan sorunu PKK, terör ve bölücülük ile özdeşleştiriyor. Kendisine kaftanlar biçilen başbakan, her istediğini mahalle ahkamı türünde ve kahve edebiyatıyla iç politikada malzeme yapabiliyor, iyi kullanıyor.. Türkiye’de öyle başbakanlar gelip geçti ki ve bir türlü Kemalizm’i aşamadıkları için başlarına gelmedik kalmadı. Bir anda tutulup kenara bırakıldılar. Bu onlardan daha zeki değil, sıralamada sonuncu olabilir ancak. Dönem, bölge politikaları ve Kemalizm’in yeni biçimleri içinde sorunun bir yerlere oturtulması zorunlu olduğundan bunu sunmak Tayip beye ‘’nasip’’ oldu. İktidara gelişinden beri şaibeli olan, birdenbire çoğunlukla oy alarak tek başına iktidar olması da öyle tesadüf değil.. Herhalde, çok kısa bir zamanda örgütlenip, ‘’halka inebilmesi’’nden değildir. Komplo teorileri ürettiğimizi sanmayın, gerçekleri ifade ediyoruz. Çünkü, Türkiye’yi çok iyi tanıyoruz. Bu gelişme de Kemalizm’in bir yanını, ‘’Ümmetçi Kemalizm’’ yanını sunuyor.. Kültürler bileşeninde başka ulusların, azınlıkların kendilerini ortaya çıkarmaları yerine, hepsini bir kaba koyarak teke indirmenin çok rütbeliyi ikna edeceği besbelli.. Evet, Kültürler bileşeninde adam ben Alman’ım yada İtalyan’ım diyecektir, Türkiye’de de Kürdüm diyorlar. Başkalarına ‘’Hıristiyan Kulübü’’ deyip sataşanlar, başka uluslardan kendilerinin ‘’Müslüman Tekkesi’’ olarak kabul edilmelerini isteyemezler. Durum açık, sorunların nereye bağlanması gerektiği görülüyor. Yani, onun da, başbakanın sonunu da ‘’Allah hayretsin’’ diyelim.. Elbette, Türkiye’deki seçmen için, ‘’birdenbire bilinçlendiler’’ damgası vuramayız. O seçmen ki, alanlarda göklere çıkardığı, iktidara taşıdığı, daha açık ifadelerle taptığı, isimler taktığı nice siyaset adamını, insanları gerekçesiz birdenbire yerin dibine batırmada mahir olduğunu yada rahat kullanılabilir olduğunu El-hak bu kez de gösterdi.. TC’nin kuruluşundan beri halkın bir gün olsun savunmadığı, ortada bıraktığı, tarihte bile yer verilmeyen ne kadar fedakar, cefakar siyaset adamı tanıyoruz.. M. Kemal ise zorla, baskı ile ve zorunlu tutulduğu için kabullenilmiştir. Türkiye’de halkın vefa duyguları iğdiş edilmiştir. Bu halk bir ayda, bir gecede, bilemedin bir senede yıllardır düşünceleri devletin ve toplumun birçok kesiminde örgütlü olan bir görüşün kadroları arasından bazılarını, üstelik ‘’acemi oğlanlar’’ olarak nitelenenlerini alıp tepelere taşıyorsa, bunun anlamını iyi kavramamız gerekiyor. İşte, bu ‘’her şeye kadir’’ başbakan böyle bir versiyonun temsilcisidir. Bildiğimiz şu; köylülerin, işçilerin bilinçleri, hareket kabiliyetleri zenginlerin tebeşirle çizdikleri yere kadardır Türkiye’de.. Geldikleri yer bir yakın tehlike oluşturduğu zaman inanın bir milim fırsat verilmesi mümkün değil. Onlar, yargılanmaları başladığında ve dipçiklerin gölgesinde ‘’Allah Yolu’na’’ öyle çabuk girerler ki, sorma gitsin. Demokrasi ve bir sorunun tartışılması aydınların, entelektüel insanların, basının, üniversitenin özgürlüğü ile ölçülüyor, bu da Türkiye de hak getire. O nedenle Kürt Sorunu, derneklerle, pişmanlar ordusunun neferleriyle, çıkar grupları yada literatüre yeni giren zorlama kavramlarla ifade edilemiyor. Bundan 30 - 35 yıl öncesinde mütevazı taleplerle oluşturduğumuz DDKO ( Devrimci Doğu Kültür Ocakları )’nda öne sürülen programlar ve atılan sloganlardan çok gerilerde ‘’dernek faaliyetleri’’ yada 1975 sonrası Rizgarî ve Komal sürecinde gelişen bilimsel tartışmalar, sloganlar ve programlardan çok çok gerilerde söylemlerle partiler, legal çalışmalar 2005’li yıllarda çok ilkel kalıyor. Kürt Sorunu’nu da karşılamıyor. Legal Kürt politikası bu olamaz. Dost sohbetlerinden edinilen bilgilerle bazı kişilere yollama yapılıyor ki, bu olmuyor. İlk okullardan başlayarak, askerde, bütün bir hayat içinde her yerde ve her dönem devlet Misak-ı Milli’ yi gözümüzün içine sokup, ‘’bakın bunu yedirtmem’’ dediğinde; hep ortalıkta görünmeyen, ateşlenen ‘’Kürtçülerin’’ geçmiş mücadele ‘’anıları’’ ile ortalık çalkalanır. Kürtlerden cumhurbaşkanı, başbakan , milletvekili, general bile olduğu açıklanmaya ve ‘’et - kemik’’ olduğumuzu hep bir ağızdan söylememizi bize dayatırlar. Oysa, hiç kimse ve hiç bir zaman Kürt olarak bir yerlere gelemez, gelmemiş, gelememiştir. Bunlar devletin yukarılarına yerleştiklerinde hep Türk’türler.. Hedef şaşırtılmaktadır. Ama, en doğal haklarımızın istenmesi bile akla gelmedik ağır bedellerle ödendi. Bütün bu haksızlık, adaletsiz uygulamalar, ödenen bedeller her defasında genellemeler ve eşitlenmelerle hiçbir şey olmamış gibi ortaya sunuldu. Şimdi de öyle.. Şunu da söyleyeyim, PKK dışında ikinci grup olarak saydığınız Hak - Par ve çevresi için Melik Fırat beyefendiye mahlas isim takmanız gerekmiyor. O, bugünlere kadar devlet partileri içinde bu nazik soruna hep bölücülük ile bakan, Demirel’le satranç oynayarak yanaşmayan, Anadolu Kulübü üyesi olarak, Milletvekili olarak ( isimlendirildi ), neden Şeyh Sait’in Torunu olarak isimlendirilmedi de, şimdi adının önüne bu adı takıyorsunuz ? O, Şeyh Sait Olayı’nı da savunmadı, bizi ortada bıraktı. Biz, 1977’lerde Şeyh Sait Olayını, Silahlı Miting olarak Rizgarî Dergisinde tartıştığımız zaman yer yerinden oynadı. Sağcısı solcusu bizi protesto etti. Adımız Savak ajanlığına bile çıkarıldı.. Bunun bedelini en ağır biçimde ödedik. Ama gel gör ki şimdi Şeyh Sait ‘’Panellerinin’’ müdavimleri bizler değiliz ! Şeyh Sait’in torunu ve adını tırnak içinde sosyalist olarak verdiğiniz K. Burkay da bize olmadık şeyler söylediler, hala saklı gizli söylüyorlar ! Ama, adını ettiğim panellerin müdavimlerinden.. Hatta Şeyh Melik Fırat ‘’ bir röportajda’’ Ş. Elçi’nin Kürt olmadığını bile belirtmiş.. Onunla anlaşamamasının nedenlerini açık belirtmemiş. Eleştirmiyor, Kürt olmadığını açıklamaya zorluyor kendini.. ‘’80 yıldır mücadele ettiği’’ni de söylemiş ! Sayın Taha Akyol ‘’Hak-Par’’ ve çevresine Rizgarî’cileri de eklemişsiniz. Bu çevrede birileri var elbette, Kürt siyasi gruplarının sempatizanı yada kendini öyle görenlerin içinde ben Rizgarîci’yim diyenler de vardır. Bunlar birkaç kişiyi de geçmez sanıyorum. Biz de Kürdistan’da örgütlü bir güçtük. Süreç içinde ‘’türlü nedenler’’le ayrılanlar, başka gruplara geçenler, bu işleri bırakanlar, Avrupa’ya, Amerika’ya göç etmeyip, Türkiye’nin batısına yerleşip, ‘’yatırım’’ yapanlar, villa satın alanlar, işini-gücünü kurup yaşamını devam ettirenler vb.. Bir takım unsurlar şimdi ortaya çıkıp legal bir oluşuma katılabilir ve ‘’vakti zamanında Rızgari’ci’’ olduklarını söyleyebilirler. Bu, 30 yıl sonra bir yerlere ilişip, daha çok siyasette ‘’bakın bizim geçmişimiz de var’’ demenin bir çeşidi.. Hangi Rizgarî’ci diye sormak gerekir. Dostlarınızdan, katıldığınız sohbetlerden duyarak yorumladığınız ‘’Hak-Par ve Çevresi’’ne Rizgarî’yi de katmış o olabilirsiniz. Yukarıda belirttim, eski Rizgarî’ciliği de ‘’anılar’’dan sayınız.. Çünkü, Rizgarî son 25 yılda çok farklı düzeylerden geçti, 1975 sonrası yayın dönemi, 1980 sonrası Kürdistan Komünist Partisi süreci,1982 Avrupa Dengê Komal süreci, 1987 sonrası PRK ( Partiya Rizgarîya Kurdistan / Kürdistan Kurtuluş Örgütü / Partisi ) süreci.. Kürt Hareketi’nin genel tasfiye süreçlerinde iki defa ayrılığa biz de girdik. Birincisi 1978 sonrası yaşandı. Bizi, ‘’Burjuva Milliyetçisi, Barzani uşağı vb..’’ gösteren ‘’Proleter Devrimciler’’ ayrılarak ‘’Ala Rizgarî’’yi oluşturdular. Suriye’ye çok sayıda kadromuzu götürüp perişan ettiler ve 3 ayrı gruba bölünerek birbirlerini olmadık suçlamalarla Avrupa’ya yığıldılar. Kısaca belirtiyorum. Nihayet 1991 de 2. Kürt Hareketinin tasfiyesinde yine bu kez bizi radikaller olarak suçlayıp ayrılan grup, ‘’Birlik platformu’’ adı ile Ala Rizgarî’den bazı unsurlar ve TKDP ( Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi )’ den bazı ........! unsurlarla PDK / Hewgirtin’ı kurdular ve bu birliktelikleri 8 ay sürdü.. Süreç içinde PDK, ayrılarak, birleşerek PDK / Bakur ( Kürdistan Demokrat Partisi / Kuzey ) olarak devam etti. Biz de sürecimize devam ettik.. 1999 da bu kez bizi sağa sapma ile ve aynen 1978’deki ayrılıktaki gibi ‘’Barzani Uşaklığı, milliyetçi, ajan’’ vb.. suçlamalarla yine bir ayrılık oluştu, polisin İstanbul ve İzmir’de örgüte sızmasıyla paramparça olduk. 1999 itibariyle siyasi sürecimize son verdik.. Bunu kamu oyuna ve Kürt hareketlerine deklere ettik. Parçalanmamız sonucu gruplar oluştu. Bu 3. tasfiye hareketi daha da vahim. İç sorunlarımız, Türkiye’deki gelişmelere bağlı suçlama ve karalama ile, devlet ağzı ile sanal alemde devam da ediyor. Haksız ve adaletsiz biçimde ağır suçlamalar mahlas isimlerle sürdüğünden gerekli cevabı da veremiyoruz. Bu öyle bir aşamaya vardı ki, tehdit, şantaj gibi durumları aşıp ahlaki boyutları açıklanmayacak derekelere düşürüldü.. Kişilere saldırı, yazılı tehdit, işkence, özel hayatın tartışılması, iftira, karalama gibi açıklanmayacak eğilimler ile provokasyonun en tepe noktasına kadar çıkan bir dağılma süreci yaşadık. Bu konularda demokratik olarak kendimizi ifade edebilmek için gerekli zeminleri ve dönemi bekliyoruz. Mutlaka gerekli biçimde tartışılacak, tartışacağız sanıyorum. Hak ve sorumluluğu benim üzerimde olarak, Rizgarî varlığı tarihe havale edilmiş durumdadır. Tabi, bu hangi Rizgarî’den ve hangi dönemden bahsedilmesine bağlı. Ayrıca, iç sorunlar dışında, ‘’Hak - Par ve Çevresi’’ olarak sunduğunuz diğer gruplardan, programımız, legal duruşlarımız vb.. ile de tamamen farklı bir yerdeyiz, lütfen bunu da düzeltin. Size kamu oyuna açıklanmış doğru bilgi ve belgeleri ulaştırmak isterim. Kendini Rizgarî olarak ifade eden bireyler yada grup varsa bu meşru değildir, başka bir oluşumun çevresini de oluşturamaz. Ayrıca Türkiye’de legal yada illegal hiçbir ünitemiz ve doğal olarak da çalışmamız mevcut değil. Bu sorunların tartışma yeri de burası değil elbette. ( ... ) Fakat bizim örgütsel yapımızın böyle bir çerçeveye, ‘’Hak - Par çevresi’’ne katılmadığı, desteklemediği bir gerçek. En üst düzey unsur olarak bunu açıkça ifade ediyorum.. Bunun nedenleri de var, bilmeniz gerekiyor. Ama şunun altını kalınca çizeyim, kısa adı ‘’Hak-Par’’ olan partinin esas çevresi sizin ‘’ortak cephe’’ destekçisi olarak sunduğunuz K.Burkay’ın TKSP ( Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi. Daha sonra parti adından Türkiye çıkarıldı. )’nin daha önceki legal oluşumunun olduğu gibi devredilerek yaratıldığı kesin. Bu ortaklığın, diğer Kürt siyasi gruplarının adamlarını ise tam tersine yavaş yavaş kovalıyarak, çoğunlukla kendilerine ait bir ortaklık haline getirildiğini de belirteyim. Yeri gelmişken bir soruna daha değinmek istiyorum. Kemal Burkay’ın bir yazısına atfen yaptığınız belirlemeye de çok güldüm. Kemal Bey her dönem böylesi duruşları göstermiştir..Şimdi ajanlık yada devletin adamlığı ile suçladığı ve üstelik tutuklu-hükümlü bulunan Öcalan’a söylediklerini hayret ve ibretle karşılıyorum. Daha önce ‘’Devrimcilik mi Terörizm mi?’’ diye kitapta da yazdı..1991 Kürt Hareketi’nin genel tasfiye sürecinde dışta kalarak, hatta bu süreci kendi çıkarları ve siyaseti gereği zorlayarak, 1993’te Talabani’nin bilinen ‘’organizesi’’ bir programla Bekaa‘ya gidip Öcalan’ın elini tuttu, havaya kaldırdı, basın açıklaması yaptı. Bunun bilgi ve fotoğrafları var. Bize olmadık şeyler söyledi, buna da cevap verdik. Şimdi yine, kendi siyasal hareketlerine ait olduğu söylenen ve yazarı da olduğu bir gazetede PKK’ye ‘’terörist’’ diyor, Öcalan’ın başından beri ‘’Ajan’’ olduğunu belirtiyor. PKK ile Kürt hareketini özdeşleştiren programı destekleyerek bunu yapmış oluyor. Daha öncede böyleydi, son 25 yılda da birçok kez değişen görüşlerine rastladık. Şimdi onun belirlemelerine değinirken dikkatli olmak gerekmiyor mu ? ‘’Ortak Cephe’’ desteği değil Taha bey, ‘’Hak-Par ve çevresi’’ çoğunlukla onlardan oluşuyor. Gündem olmaya, işi idare etmeye çabalıyorlar. Ama yaptığı uluorta ittifaklardan yararlanmadılar da değil. Peşmerge kıyafetleri ile pozlar bile verdiği halde kimse ona terörist de demedi? TC. İçişleri Bakanı ‘’Kemal beyle bir sorunumuz yok’’ diyerek onu davet de etti. Davetli olduğundan Türkiye’ye de ‘’gidebilir’’ ! Legal oluşumun arkasında duracağına önüne geçebilirdi. Bu dönem ‘’görevden ayrılması’’, geride durarak sert eleştirilerle ‘’özgürlük’’ kullanması yerine geniş bir perspektifte göreve devam etmesi daha akıllıca olurdu. ( ... ) Sayın Taha Akyol, evet bir Kürt Sorunu var, ama bu ulus ve ülke sorunudur.. Bunun altını da özellikle kalınca çizelim. Bu görüşümüzü herhangi zorla üretilen literatür yada ideolojik kavrama bağlamayınız. Bu ‘’konsept’’ Kürt ‘’diyasporası’’nın işi de değil.. Mücadelede ağır bedel ödeyen, yıllarını veren, bu anda bile cezaevlerinde yaşlanan insanlarımızın, şehitlerimizin, sakat kalanların, dağılan ailelerin, göç ederek metropollerde sersefil duruma düşen milyonlarca insanımızın, fuhuş ve uyuşturucu bağımlılığı ile nereye yuvarlandıkları belli olmayan gençlerimizin, çocuklarımızın vb.. önünde bugünlerde ateşlenmiş ‘’Kürtçülerin’’ yada keskin öneri sahiplerinin Kıymeti Harbiyeleri yok, inanın bu ortaya çıkacak. Gelelim başka önemli bir olguya.. Kürt Sorunu AB sorunu da değil. Çünkü AB’nin bir Kürt programı yok yada tek tek devletlerin kendi özel programları vardır belki. ( ... ) Biz Orta/Doğu toplumuyuz, sürecimiz sorunun çözümünün kendimizi bir devlet olarak ifade etmek olduğunu gösteriyor. Bunu abartmaya yada diğer süreç içi çözümlere engel göstermeye, onları beğenmemeye dönük bir tespit de yanlış. Sürecin bütün çözümleri mümkün ve bu duraklarda durulabilir. Yeter ki temel sorunu engellemesin. Ve devlet olayından korkulmamalıdır, bölgemizin selameti ve demokratik, barışçıl bir yaşam için Kürtlerin Orta / Doğu’ da bir devlete ulaşmaları gerekli. En kolay çözüm devletleşmektir.Bu sürece giden yolda savaşların zorunlu sonuçları ve ödünleri ile bazı devlet sınırlarının suni yapılarında kalan Kürdistan parçaları kimseyi yanıltmamalı.. Eğer, ‘’Misak-ı Milli’’ içinde soruna demokratik bir çözüm isteniyorsa ve Kürdistan’ın geneline entrika, provokasyon ve benzeri çomaklar sokmak için bir dalavere düşünülmüyorsa Bölgesel Özerkliğin de Federasyondan daha kolay ve iyi kolay bir çözüm olduğu düşünülebilir. Bu anda Kürt nüfusunun belki de yarısı zorunlu olarak metropol batı bölgelerinde yaşıyor. Kürdistan’da yerleşim alanları çoğunlukla tahrip edilmiş, ekonomik, coğrafi, siyasal, idari vb.. açılardan başka alanlarla benzetmeler doğru değil. Örneğin, federasyon çok zor bir çözüm, bunu tartışmak gerekiyor. AB önünde hemen alelacele federasyon gibi tezleri altı boş ortaya sunmak anlam ifade etmiyor. Ayrıca öneri sahipleri şunu bilmelidirler, 10,5 milyon nüfusu göçle batıda yerleşik duruma geçen bir ulus için egemenliğin bölüşülmesi ve iki uluslu bir federasyon istemi son derece şaşırtıcı ve oluşturulması çok zor bir öneridir. (...) Büyük Ortadoğu Projesi içinde değişik görünümler alsa da, kendilerini ifade etmek istedikleri için yıllardır dövdükleri, işkence ettikleri, sürgünlere yolladıkları, cezaevleri yatırdıkları uygulamalar karşısındaki görüşler ve mücadele eden insanlar haklı çıktılar, en mütevazı taleplerimiz bile kabul edilmedi ve başımıza gelmedik kalmadı, biz haklı çıktık. Açıklanması zor bir dönem yaşıyoruz. Birbirimizi anlamıyoruz, anlayamıyoruz yada anlamak istemiyoruz Yani, AB’nin genel temennileri ışığında Türkiye’nin demokratikleşmesi programından yararlanılacaksa bunun adını açık koymak gerekiyor. Kürt Sorunu’nu bunun önüne dikmeye gerek yoktur. AB’nin programı demokratik bir Türkiye’dir. Bu kendi demokrasi anlayışının uygulanması ile olacaktır. Eğer olursa, Türkiye bir heyula olarak AB’ne girerse, kendi çapında ve anlatılamayacak olumsuzluklar,engeller de yaratacak. Bizim açımızdan bölgede demokratikleşecek bir devlet elbette istenilir. Ancak Türkiye’nin demokratikleşmesi bizim sorunumuz değil.. Bu öneri işin önünü tıkayıcıdır, gerçekçi değil, bunu ileri bir öneri yada program olarak sunmak yanlış. Ki, 3 Ekim itibarıyla AB’de Türkiye için ‘’müzakerelerin başlaması ve gün alma’’ aşamasında ‘’sürece uygun seferler’’, hemen hepsi hükümet destekçisi güçlendirme hareketleridir. Bunu görüyoruz.. Ekim sonrası kılıf değişecektir. Çünkü, bu sürecin zorlandığı besbellidir. Ama, gel gör ki, bizzat Başbakanın ‘’kıblesi’’ belli değil ! Uydurulan eylemler, Avrupa’daki gösteriler, sizin dediğiniz tezlerin ortaya uluorta atılması, birbirinden habersiz, saygısız her kişisel çıkış ulusal bir politika değil ve Kürt Sorunu’nun çözümü de değil. İşte bakın, Türkiye’de Kürtler konuşuyor, kendilerini ifade ediyor izlenimi vermek yerine; her yanıyla kirlenmiş bir Orta Doğunun her taşının altından komplocu, faili meçhul cinayetler, olmadık antidemokratik eğilimleri silmek, temizlemek daha demokratik olacaktır.. Çünkü, bütün bunlara TC hepsinden daha çok ortaktır.. Demokratik bir ortam oluştuğunda Kürtler de, zorla bölünmüşlüklerinin hesabını yapabilecekler.. Devletlerin sınırlarının değişmezliği içinde çözümler, artık eski alışkanlıkları kaldırmıyor. Ecevit’in bile Irak’ta Saddam ile görüşmesi, gazetecilik olayının üzerinde kara bir leke olarak hala duruyor. Bilmem hatırlıyor musunuz ? Öcalan olayı da sunulduğu gibi değil, devletin Kürt sorununu onunla özdeşleştirmesi gibi son derece sonuçları tehlikeli bir aşamaya gelmiş durumdayız. Bazı Kürt siyasi grupların, kişilerin çıkar yada başka nedenlerle bu sorunu daha da alevlendirmeleri kanımca yanlış ve bu eğilime özel bir dikkat gösterilmeli. PKK ve Öcalan’ın durumunu Kürt Sorunu’nun iç meselesi olarak kabul etmek gerekiyor..Ve elbette enine boyuna tartışılmalıdır,Bunda zerre kadar kuşkum yok. Ancak bu sorunu öne sürerek dümenine bakma işine bir son verilmelidir diyorum. Böylece PKK’nin ciddi eleştirisi de yapılamıyor. Ayrıca keskin noktalarda delilsiz ve belgesiz suçlamaya dönük şeyler eleştiri de değil. Bunu PKK tarafı da çok daha kötü yapıyor. PKK’nın yada Öcalan’ın tartışmalar konusundaki yanlış tutumları da ortadan kaldırılmalıdır. PKK ve Öcalan eleştirisi ciddi bir muhteva taşıyor, önemlidir, Ortadoğu’da birçok devleti, bu bağlamda TC’yi de içine alan pazarlıkların, istihbarat ilişkilerinin,birçok kişinin ele alınması gerekli bir muhteva taşıyor. Soyutlama ve suçlama değil.. Kısaca, Kamu Oyu’na ikide bir ismi değiştirilen PKK’nın terörist olarak sunulmasına bakıp aldanmamak gerekiyor. Hangi Terör ? Bunu devlet uyduruyor. Kürtlerin işini zorlaştırıyor ! Öcalan’ın durumuna gelince, bu anda son derece zor bir konumdadır. Devletin Kürtlerle ilgili yönetip yönlendirmede onu kullanması için somut bir engel de yok. Sayın Taha Akyol, yazınızda 3. bir grup daha belirtmişsiniz. ‘’Liberal Aydınlar’’ ve bunların federasyoncuları desteklemediklerini belirtiyorsunuz. Bu aydınların ne istediklerini iyi bilmiyoruz, bilsek onları da tartışsak çok iyi olacak. Ancak, ‘’liberal’’de olsalar onların da dikkatli olmaları gerekiyor diye düşünüyorum. Ayrıca, Kürt hareketi ulusal bir hareket onun liberalleri de olur, olacak.. Ama, Kürt hareketi siyasal çözüm gerektiriyor, ona ekonomik program önerilemez ! Liberal olsalar da siyasi çözüm önermelidirler. Devlet olmamızı istemiyorlarsa, federasyona karşı iseler, bölgesel bir özerkli de programlarında yoksa, ne var? AB’ni istiyorlarsa bunu da belirtmelidirler. Kısaca söyleyeyim, ‘’Doğu ve Güneydoğu kalkınsın, yatırım yapılsın, özendirilsin.. vb..’’ gibi bir öneri Türkiye programı olur, devlet programı olur, daracık bir yere, eskiden beri alışık olduğumuz bir yere sıkışır ( ! ) kalırız. Uzun vadeli asimilasyon politikasından bir milim öteye adım atamayız ! (...) Sonuç olarak; Bizim Rizgarî olarak ‘’Hak-Par Çevresi’’nde olmadığımız kesin. Onun çevresini başka siyasi grup ve tek tek unsurlar oluşturmuş olabilir. Federasyoncuları tartışmak gerekiyor, ancak öneri sahibi olabilirler.. Kürt ‘’Halkı’’nın çoğunluğu nasıl oluşuyor ve bunun neyi desteklediği açık ortaya konulmalı. Kürt Hareketi böyle bir kıyaslama ile anlamsız hale sokulamaz. Ve Kürt Hareketi’ni PKK ile, giderek terör ile özdeşleştirmek yanlıştır. Kürt Hareketine açık isim konulmalı, ‘’Kürtçü Hareket’’ gibi belirlemelerden kurtarılmalıdır. Irkçı çağrışımlara engel olunmalıdır. Son günlerde gündem olan bir konuda yazmış olduğunuz yazı içindeki bazı konuları kısaca tartışmak istedim. Bu açıklamalar, yazınızda belirttiğiniz, ‘’Kürtçü Hareket’’in bölümleri olarak sunduğunuz kişi ve grupları da yakından ilgilendiriyor. Bunları değiştirmenize sevinirim. Aslında bunları daha geniş tartışabiliriz. Size bazı bilgi ve belgeleri iletmeye çalışacağım. Selamlar. 29 Eylül 2005 |