Berzan Botî : BİLİM VE DİN NE ZAMAN Kİ, KÜRDİSTAN ULUSAL KURTULUŞ MÜCADELESİNDE, KRİTİK DÖNEMEÇLER YAŞANSA, HER NE HİKMETSE DİNCİ SÖYLEMLER PİYASADA DOLAŞMAYA BAŞLAR. KUZEY KÜRDİSTANDAKİ DİNCİ ÖRGÜTLENMELERİN ARKASINDA DEVLET BAĞLANTILI TEORİSYENLERİN OLMASI ( FETULLAH GÜLEN, ADNAN HOCA V.S ) DÜŞÜNDÜRÜCÜDÜR. KÜRTLERİN SORUNU ULUSAL BİR SORUNDUR, DİNSEL DEĞİL. SAYIN BARZANİ DE, DİN-DEVLET İŞLERİNİN AYRILIĞINA, YAKIN ZAMANDA DİKKAT ÇEKMİŞTİ. ULUSAL BİR SORUNDA HER KESİMDEN İNSAN BİR ARADA MÜCADELE EDEBİLMELİ, BUNUN İÇİN DİNİ REFERANSLARA GEREK YOKTUR. ACİL BİR GÜNDEM OLMAMASINA KARŞIN, DİNİ ÇEVRELERİN DARWİN ÜSTÜNDEN BİLİME SALDIRMASINA KARŞI DURUŞ SERGİLENMELİDİR. BU, HEM BU GÜNKÜ SÜREÇTE HEM DE GELECEKTE DE KÜRT HALKI AÇISINDAN ÖNEMLİDİR DİYE DÜŞÜNÜYORUM.. ÖYLEYSE İNADINA BİLİM, İNADINA DARWİN DİYORUM DARWİN’İN EVRİM KURAMI VE ETKİLERİDarwin, bu varsayımlara, gözlemleri sonucu topladığı verilerle, bilimsel bir zemin hazırlamış oldu. Darwin, insanı da içine alan canlı doğanın evrimle oluştuğunu; bu evrimin itici gücünün de yaşam mücadelesi olduğunu; bu mücadele sonucunun da doğal ayıklanma olduğunu ileri sürerken, savlarını bilimsel verilerle destekler. Dünyada yaşam alanlarının azlığı ve bu dar alanlarda yaşayan varlıkların çoğalması, zorunlu olarak yaşam mücadelesini doğurmaktadır; bu mücadele sonucu güçlü olanlar ayakta kalarak türlerini sürdürürler; ayakta kalıp türlerini sürdürenler belli özellikler gösterirler; bu özellikler soyaçekimle yeni kuşaklara geçmektedir. Darwin’in evrim kuramında “ yaşam mücadelesi” ve “doğal ayıklanma” iki temel kavram olarak ön plana çıkar. Bilimsel açıdan bazı eksikliklerine rağmen, genel hatlarıyla bilim çevrelerince onay gören evrim anlayışı, dini çevrelerin, günümüze dek devam eden saldırılarına maruz kalmıştır. Evrene altı bin yıllık bir ömür biçen ve bütün varlıkların altı gün içinde bu günkü biçimiyle yaratıldığını ileri süren kutsal kitap ile yaratımcılık anlayışının çürütülmesini sağlayan evrim kuramının, bu çevrelerin saldırısına uğraması şaşırtıcı değildir. Darwin’in önemi ve etkisini “Darwin ve Sonrası“ adlı kitabında ortaya koymaya çalışan Gould, bilimin penceresinden Darwin’in önemini gösterir: “Ne olursa olsun, Darwin ile uzlaşmak zorundayız. Bunu yapabilmek için onun düşüncelerini ve bunların etkilerini anlamak zorundayız. Bu kitabı oluşturan denemelerin her biri Darwin’in yeni evrimsel dünyasını, kendi sözcükleriyle “yaşamın bu görünüşünü” keşfetmeye adanmıştır.” ( Gould, stephen jay, Darwin ve Sonrası 2000: 3 ) Eski Grek filozoflarında organik evrimle ilgili düşüncelere rastlanmasına karşın, bu düşüncelerin yeteri kadar etkili olamaması doğa bilimlerinin veri sınırlılığına ve araştırma araçlarının eksikliğine bağlanmalıdır. Belli dönemlerde bazı bilim dallarında yeterli veri ve bilgiye rağmen, bu veri ve bilginin genel bakışla ( felsefi bakışla ) kaynaşmaması beklenen bilimsel gelişmeyi sağlayamamıştır. Bu eleştiri 18. yüzyıl doğa bilimlerinin içinde bulunduğu durum için de geçerlidir. 18. yüzyılda dünyanın dolayısıyla da canlı türlerin sabit ve değişmez olduğu düşüncesi doğa biliminde egemendi. Bu anlayış beraberinde yaratılma düşüncesini de getiriyordu: doğayı doğanın içinde kalarak açıklamak yerine, doğaüstü bir güce açık veya dolaylı olarak başvuruluyordu. Bu durum, teolojinin doğa bilim üzerinde etkisini henüz yitirmemiş olmasının sonucuydu. 18.yüzyıl doğa biliminin bilgideki zenginliğine rağmen, genel doğa görüşündeki yetersizliğine dikkat çeken Engels, eski Yunan ile kıyaslama yapar : ” 18. yüzyılın ilk yarısında doğabilim, bilgide ve hatta eldeki malzemenin gözden geçirilmesinde eski Yunan’dan daha üstün düzeyde idi, ancak bu malzeme üzerindeki teorik yetkinlik, yani genel doğa görüşü bakımından eski Yunan’ın altında bulunuyordu.” ( Engels, Doğanın Diyalektiği 1991:36 ). Doğa biliminin 18. yüzyılda içinde bulunduğu bu duruma karşın, aynı dönemin felsefesi dünyayı, dünyanın kendisiyle açıklama kararlılığını göstermiştir : Felsefenin, ayrıntılı yargılara, varmayı sonraki doğabilimine bırakarak, doğayı doğayla açıklama kararlılığıyla, doğabiliminin gelişmesine gereken katkıyı yapmıştır. Mekanik doğa görüşünün etkisini yitirmesinde Hegel’in oynadığı rol önemlidir. Hegel’e göre doğa, ide’nin kendini açımlaması veya kendine yabancılaşmasıdır. Hegel’in bu doğa görüşü, hem doğa bilimlerinin hem de materyalist felsefenin doğa görüşüyle örtüşmüyordu; çünkü doğa bilimleri ve materyalist felsefe, doğayı, her türlü düşünceden bağımsız, kendi başına varolan, gerçek olarak kabul ediyorlardı. Hegel’in idealist - metafizik doğa anlayışındaki olumsuzluğa rağmen, doğada sürekli oluş ve sonsuz hareket kavrayışının diyalektik düşünce doğrultusunda işlenip yerleşmesine sağladığı katkıyı gölgelemez. Diyalektik anlayışıyla Hegel, insan düşüncesinin, insan eyleminin ” son ve kesin” iddialarına ağır bir darbe vurdu. Engels, Hegel’in idealist anlayışını eleştirirken, diyalektik felsefe anlayışıyla insan kavrayışına sağladığı katkıyı göz ardı etmez : “Bu diyalektik felsefe karşısında hiçbir şey sonal, mutlak, kutsal değildir; bu felsefe her şeyin geçici karakterini, ve her şeydeki geçici karakteri ortaya çıkarır, ve onun karşısında, kesintisiz oluş ve yok oluş sürecinden, daha aşağıdakinden daha yukarıdakine sonsuz çıkış sürecinden başka hiçbir şey yürürlükte kalamaz, o kendisi de bu sürecin düşünen beyindeki yansısından başka bir şey değildir. ” ( Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu 1992:13 ) Hegel’in temel yanılgısı, diyalektik yasaları, salt düşünce yasaları olarak geliştirmesi, bu düşünceleri doğa ve tarihten çıkarmayıp, düşünce yasaları olarak doğa ve tarihe zorla yamamasıdır. 18. yüzyıl mekanik doğa anlayışının etkisizleşmesini sağlayan deneysel bilimlerdeki gelişmeler, genel bir doğa görüşüyle bütünleşerek doğa bilimleri arasındaki bağıntıların kurulmasını sağladı. Bu süreçte üç buluşun rol’üne değinen Engels, bu üç buluşun a ) ısının mekanik eşdeğerinin bulunmasıyla, doğadaki bütün etkin nedenlerin tek ve aynı enerjinin(hareketin)varoluş tarzlarının tanıtlanması, b ) organik hücrenin keşfi, c ) ilk kez Darwin tarafından kapsamlı biçimde ortaya konan evrim kuramı olduğunu belirterek, özellikle evrim kuramının etkisine dikkat çeker : ”Bu teori ayrıntıları bakımından daha bir çok değişmelere uğrayacaksa bile temelde, sorunu yeterli olandan da daha geniş ölçüde çözmüştür.” ( Engels, Doğanın Diyalektiği 1991:217 ) Evrim düşüncesi bugün genel bir kabul görüyorsa, Darwin’in bilimsel verilerle ortaya koyduğu, kapsayıcı evrim kuramı bunda belirleyici rol oynamıştır. Ancak evrim kuramının bilimsel bir nitelik kazanmasında bir çok filozof, doğabilimci ve toplumbilimcinin katkısı yadsınamaz. Bunlar arasında doğrudan etkide bulunan bazı önemli düşünürleri anmak gerekiyor: Başta eski Grek filozofları olmak üzere, Romalı filozof Lucterius, Buffon, Erasmus Darwin, Lamack, Lyell, Hegel, Huxley, Marx-Engels, Heackel, Morgan bu düşünürlerden bazılarıdır. Hatta evrim düşüncesine karşı olmasına rağmen, evrim kuramını destekler nitelikte veriler elde eden Cuvier’i de anmak gerekiyor. Evrim kuramının insan felsefesi açısından taşıdığı önem, türlerin doğal nedenlerle değiştiğini, insanın da bu evrim sonucu varlaştığını, önceki hayvansal türlerden doğduğunu, doğal evrimin insanlaşmada belli bir aşamaya kadar belirleyici rol oynadığını göstermesidir. Böylece “insan’ın neliği” bilimsel olarak soruşturulacak bir zemine kavuşmuş oldu. Evrim düşüncesinin benimsenmesi kolay olmadı şüphesiz, bu anlayışa karşı saldırılar ( özellikle dinsel kaynaklı olanlar ) günümüze kadar devam etmektedir. Evrim karşıtı on binlerce kitabın ülkemizde bedava dağıtılması bu çabaların yoğunluğunu göstermesi bakımından ilgi çekicidir. Yakın zamanda yaşanan uluslararası olayları, dinler arası çelişki ve çatışmaların bir sonucu olarak gösterme çabalarına karşın, bilime karşı dinlerin gerçekte bir uzlaşı içinde olduklarını görüyoruz. Tüm engellemelere rağmen evrim düşüncesi bilim çevrelerinde genel bir kabul görmektedir. Bu gün bile insanın kökeniyle ilgili bilimsel - felsefi bir soruşturmaya girişen herkes, Darwin’i ve evrim kuramını dikkate almak durumundadır. Bu da Darwin’in önemini yitirmediğinin ve güncelliğini koruduğunun göstergesidir. Bilim ve felsefeyle yakınlığı olanların büyük bir kesimi, doğanın yapısına dair bazı ortak düşünceleri paylaşmaktadırlar. Doğada her şeyin diyalektik olarak olup bittiği, mekanik bir hareket içinde olmadığı, gerçek bir tarih geçirerek, insan dahil bütün organik doğanın milyonlarca yıl süren bir evrim sürecinin ürünü olduğu düşüncesi, bu ortak düşüncelerden bazılarıdır. Sonuç olarak, evrim kuramı ile ilgili tartışmaları bilimsel bir zeminden kaydırıp, Din adamlarının fetvalarıyla sözde çürütme çabaları ciddiye alınmayacak niteliktedir. Ancak, fetvayı veren din adamlarının bağlantıları (özellikle devlet bağlantıları ) üzerinde durularak,hangi amaçla bu konuyu işledikleri, özellikle kürt gençlerine anlatılmalıdır. Din’i yatırımların büyük ölçüde kürdistan’da yapılması tesadüfü değildir. Saygılarımla 02. 08. 2006 Berzan Botîhttp://www.pdk-xoybun.com |