Îbrahîm Gûçlû : MEHABAD DAVASI : Mahkemenin “Türkçe Dışındaki Dilde konuşma” ve Tercüman Gülünçlüğü… MEHABAD DAVASI : Mahkemenin “Türkçe Dışındaki Dilde konuşma” ve Tercüman Gülünçlüğü…Diyarbakır Kürd Derneği’nin 03.04.205’te gerçekleştirdiği “Kürdistan Mehabad Cumhuriyeti ve liderlerini Anma Konferansı’nın” Davası, 04.04.2007 tarihinde Diyarbakır 7. Asliye Ceza mahkemesi’nde görüldü. Bu duruşmada da, mahkemenin tercüman ve Kürtçe dil konusundaki gülünçlüğü devam etti. Bir önceki duruşmada, Kürtçe tercüman konusunda mahkemeyle aramızda tartışma çıkmıştı. Mahkeme daha önceki duruşmalarında Kürtçe tercüman konusunda karar vermesine rağmen, her ne olmuşsa, ya da hakimin kafasına saksı düştüğünden, o kararını ortadan kaldırdı. Oysa benim Diyarbakır, Ankara, Mardin’deki davalarımın önemli bir kısmında, Diyarbakır Kürd Derneği’nin kapatılması hakkındaki davada, yine benim de sanığı olduğum HAK-PAR davasında Kürtçe tercümanla yargılamalar devam etti ve halen de devam ediyor. Mahkemenin, insan haklarına, Kürt halkının ulusal demokratik haklarına, demokrasiye aykırı tercümanlık konusundaki bu kararına karşı, benim Türkçe ifade vermeyeceğim ve savunma yapmayacağım konusunda ısrarlı olmam, tutumumu değiştirmeyeceğimi kesin bir dille mahkeme bildirmemden sonra, Kürtçe tercümana karar verilmeden, Kürtçe savunma yapmam konusunda karar alındı. Bu kararın kendisinin hukuk açısından, mahkemenin teknik olarak sürdürülmesi açısından sorunlu bir durum olduğu ortadaydı ve bu duruma ilişkin görüşümü daha öncede kamuoyu ve basınla paylaşmıştım. Mahkemenin yazılı savunma ile birlikte, dile getireceğim diğer konularda tercümana ihtiyaç olacağını bilmesi gerekirdi. Bunun için de hakim olmaya da gerek yoktu. Ayrıca, Duruşmada bilirkişinin Kürtçe ve Türkçe band çözümleri konusunda itiraz ve görüşlerimizi bildirme kararı, ta başından durumun sorunlu olacağını çok tabii olarak ortaya çıkarıyordu. Duruşmalar devam ediyordu. Daha son aşamaya kadar da epey bir zamana ihtiyaç vardı. Ben de duruşmalar boyunca susmayacağıma göre, kesinlikle bir tercümana ihtiyaç vardı. Mahkemenin 04. 04.2007 tarihinde gerçekleştirdiği 7. celsede, bilirkişi raporu hakkındaki görüşlerimizi, hem bizler (Ben, Halis Nezan, Şeyhmus Aykol) ve hem de avukatımız bildirmek durumundaydık. Bu konuda sıra bana geldiğinde, görüşlerimi Kürtçe ifade etmeye başladım. Bunun üzerine mahkeme tutanaklara, “Sanık İbrahim Güçlü daha önceki tercüman talebinin red edildiği hususu hatırlatılmasına rağmen Türkçe dışında konuştuğu gözlenmekle ….özellikle yapılan savunmalarda ve yargılamada karşılıklı bire bir yargılama gereği, sanığın meramını ifade etmesindeki rahatlığın yanı sıra yargılama sucelerinin de sanığın savunmasını zorunluluk olarak görüldüğü, meramın anlaşılabilmesi yanında yargılama sucelerinin de meramı anlayabilmesi, aracısız ve tercümansız dinleme halinde daha amaca uygun olacağı hususu hatırlatılmasına rağmen Türkçe konuşmamakta ısrar ettiği” şeklinde ezberi bozulmuş bir kişinin psikolojisi ile, anlaşılması zor olan notlar düştü. En gülünç olan durum da, mahkeme hakiminin Türkçe dışında konuştuğum dilin Kürtçe olduğu konusunda bir itiraftan kaçınmakta olması. Hakimin de belirttiği gibi, Türkçe konuşmamakta da ısrarlı olduğum için, benim görüşlerim değerli avukatım Sebahattin Korkmaz tarafından tercüme edildi, mahkeme de görüşlerimi mahkeme tutanağına geçti. Böylece avukatım aynı zamanda tercümanım oldu. Mahkeme hakimi de deve kuşu misali, kendi başını kuma sokarak gerçeği gizleme ustalığını gösterdiğini zan etti. Bu gelişme değerli Kürt aydını Edip Karahan’ı bir kez daha bana hatırlattı. O, 12 Mart 1971 Askeri Yönetiminin Diyarbakır-Siirt İlleri Askeri Mahkemesi’nde Kürtçe bilmeyen sanıklar için tercümanlık yapanların yanlış tercüme etmelerine müdahale ederek ifadelerin doğrusunun mahkemeye aktarmaya çalışmıştı. Buna mahkeme heyeti ve özellikle de mahkeme hakimi Hamdi Sevinç çok kızmıştı. Edip Karahan da bu kızgınlığa karşılık hakimin üzerine bağırarak, “ben halkımın hem sanığı, hem avukatı ve hem de tercümanıyım” demişti. 35-36 yıl sonra yine Türk mahkemelerinde aynı sahne tekrarlanıyordu. Tiyatronun aktörlerinde bir değişiklik yoktu. Kürt gerçeği red ediliyordu. Yargılayan, Türkler adına Türk yargı sistemi. Yargılananlar, Kürtler, Kürt yurtseverleri ve aydınları. Bizler, hem avukat, hem sanık, hem de tercüman rolündeydik… En gülünç ve trajedik olan da Avrupa Birliği’ne üye olmak isteyen, demokrasiyi kurumlaştırmakta iddialı olan Türkiye’nin mahkemelerinde hakimlerin Kürtçeyi telafuz etmekte korkmaları ve Kürtçeyi itiraftan imtina etmeleridir. Bunun yanında, Türk devlet kurumlarının, siyasetçilerinin, hükümetinin, AB yetkili kurumları düzeyinde Kürtlerle ilgili reformlar yaptıkları yalanlarını sürdürmekte beceri sahibi olmalarıdır. Sonuçta, mahkeme, bizim talebimiz üzerine, tek kişilik bilirkişinin band çözümlerini yetersiz buldu. Tercümanları, “sıfatsız” olarak tutanağa geçerek, Kürtçe tercümanlar demeyerek, üç kişilik bir tercümanlık heyeti tarafından band çözümlerinin yapılmasına karar verdi. Bu tercümanları Diyarbakır Barosu’ndan talep etti. Savunmalarımız da gelecek celseye kaldı. Biz de bir kez daha sömürgeci sistem tarafından zavallı duruma düşürülen, kişiliksizleştirilen, hukukla, adaletle, haklarla alakası kesilen hakimin durumuna tanık olduk. Acıyarak, süreci, olup-bitenleri izledik. Eğer Aziz Nesin sağ olsaydı, sadece bu son duruşmada bir kitaplık acı- mizah çıkarma becerisini gösterirdi. Kurdistan’ ın Kuzeyî - Diyarbakır, 06. 04. 2007 Îbrahîm GÛÇLÛ ibrahimguclu@gmail.com Îbrahîm Gûçlûhttp://www.pdk-xoybun.com |