IRAK TA SOYKIRIM KÜRTLERE KARŞI ANFAL KAMPANYASI Ortadoğu İzleme Komitesi-İnsan hakları İzleme Komitesi'nin bir seksiyonu Sayfa: 1/18 Bu rapor, kuzey Irak ta Kürtlere karşı gerçekleştirilen yok etme kampanyasının anlatı uslubunda yazılmış bir bilancosunu sunmaktadır. Mıddle East Watch(Ortadoğu İzleme Komitesi) araştırmacıları bir kaç ton ağırlığındaki ele geçirilmiş Irak devletine ait belgeleri analiz ederek ve çoğunluğu Anfal olarak bilinen, 1988'deki kampanyadan etkilenen 350'den fazla tanıkla alanda görüşmeler yaparak, bir buçuk yıldan fazla süren bir çalışmanın sonuçunda bu raporu hazırlamıştır. Bu rapor, o yılda, Irak rejiminin soykırım suçunu işlediği sonucuna varmıştır. Anfal, Kuran' da ki sekizinci ayetin adıdır. Aynı zamanda, bu Iraklılar tarafından, 23 Şubat'dan 6 Eylül 1988'e kadar gerçekleştirilen bir dizi askeri operasyona verilen isimdir. Anfal kampanyasını, 1980-88 İran-Irak savaşının son evresine değinmeden anlamak mümkün olmamakla birlikte, Anfal tek başına bu savaşın sonuçlarından biri olarak ele alınamaz. Aslında, bu uzlaşmazlığın, Irak' ın öne sürdüğü koşullar içerisinde sona erme aşamasına gelmesi, Bagdat'a uzun zamandır Kürtleri kontrolu altına almak için yürüttüğü çabaları doruğuna ulaştırmak için gerekli tarihsel koşulları yaratmıştı. Irak rejiminin Kürtlere karşı eylemleri, Irak ve Iran arasındaki düşmanlıklar su yüzüne cıkmadan çok daha öncelerine, 15 yıl ya da, daha fazla süren bir zamana dayanmaktadır. Anfal, ayrıca, Başkan Saddam Hüseyin'in bir kuzeni ve Irak Baas Arap Sosyalist Partisi'nin Kuzey Bürosu genel sekreteri olan Alı Hasan Al-Macit'e verilen ''olaganüstü yetkilerin'' en canlı bir örneğidir. 29 Mart 1987'den, 23 Nisan 1989'a kadar, Kuzey Irak ta al-Macit e verilen iktidar, Başkan'a verilen devletin bütün kurumları uzerindeki yetki ile aynı dereceydi. Kürtler tarafından, bugüne kadar, ''Ali Anfal'' ya da '' kimyasal Ali'' olarak tanınan Al-Macit Kürt soykırımının ana uygulayıcısı idi. Onun komutası altında hareket eden ana aktörler, Irak düzenli ordusunun Birinci ve Beşinci tugayları, Genel Güvenlik Müdürlüğü )müdüriyat al Amn al-Ameh) ve Askeri İstibharat idi. Jash ya da Ulusal Savunma Birlikleri olarak adlandırılan Kürt korucular önemli geri hizmetlerde bulundu. Ancak, Irak devletinin ordu, güvenlik ve sivil kurumları birleşmiş kaynakları, al-Macit in ifadesiyle ''Kürt problemini çözmek ve sabötörleri katletmek'' için kullanıldı. Sayfa: 2/18 1987-1989 kampanyaları aşağıda belirtilen vahim insan hakları ihlalleri ile karakterize edilmektedir: Onbinlerce savaşcı olmayan büyük sayıda kadın ve cocukların, ve bazen köylerin tüm nufüsunun kitle halinde yargısız kurşuna dizilmeleri ve kitle halinde kaybolmaları, Halepce ve diğer çok sayıda Kürt köylerine karşı, hardal gazı, sinir gazı-GB ya da Sarin gibi kimyasal gazların kullanılarak çoğunlugu kadın ve coçuk olan binlerce kişinin öldürülmesi, Hükümet belgelerinde, ''yakıldı,'' ''tahrib edildi,'' ''yıkıldı'' ve ''temizlendi'' şeklinde tanımlanan 2.000'den fazla köyün ve bir düzine büyük kasaba ve yerleşim merkezinin –nahyas ve qadhas) toptan ımha edilmesi, Belirlenen köylerde ve bazı elektrik üretim alt istasyonlarında sivillere ait bütün okullar, camiler, kuyular, ve diğer kurumların toptan ımhası, Ordu birlikleri ve hükümet yanlısı korucuların sivillere ait malları ve çıftlik hayvanlarını zimmetlerine geçirmeleri, ''Girilmesi yasaklanan bölgelerde''-manateq al-mahdoureh), bütün köylülerin keyfi bir şekilde, kendi ev ve topraklarında yaşamalarına rağmen tutuklanmaları, Sayfa: 3/18 Onbinlerce kadın,çocuk ve yaşlı insanların, yasal bir emir ya da onların Kürt muhalefetine sempati duyduklarına dair tahmınlerden başka bir delil olmaksızın, çok vahim yokluk koşulları altında keyfi olarak aylarca hapis edilmeleri ve depolanmaları, Binlerce köylünün evleri yıkıldıktan, hapisten bırakıldıktan ya da sürgünden geldikten sonra, zor yoluyla bölgelerinden uzaklaştırılmaları, bu sıviller, orduya ait kamyonlar tarafından, Kürdistan'da ki evlerinden çok uzaklarda bulunan parçalarına, en alt düzeyde bile bir devlet yardımı, ya da tahrip edilen mülkleri için hiç bir şey verilmeksizin, ya da ev,elbise ya da yiyecek yardımları verilmeksizin bırakıldılar, ve köylerine dönmeleri ölüm halinde bile yasaklandı. Bu koşullar altında zorla yerleştirilmelerinin ilk yılı içerisinde bir çok kişi yaşamlarını yitirdi. Kırsal Kürt ekonomi ve alt yapısının ımhası. Nazi Almanya'sı gibi, Irak rejimi de eylemlerini kelime oyunları ile gizlemeye çalıştı. Nazi görevlileri, ''olağanüstü tedbirler,'' ''özel eylemler'' ve '' doğuda yeniden yerleştirme'' tanımlamalarını kullanırken, Baascı bürokratlar, '' toplu tedbirler,'' '' ulusal saflara geri dönüş'' ve '' güneyde yeniden yerleştirme'' tanımlamalarını kullandılar. Bu tanımlamaların altında, Irak'ın, Kürtlere karşı işlediği, soykırıma eşit olan, '' ulusal, etnik, ırk ya da dinci gruplar ya da benzer grupları bir bütün ya da kısmi olarak yoketme niyeti'' suçları yatmaktadır. Sayfa: 4/18 1987-1989 kampanyaları nedenlerini, Irak Kürtlerinin tarihlerinin derinliklerinde bulmaktadır. Irak'ın bağımsızlığının ilk günlerinden beri, ülkenin Kürtleri –bugün sayıları 4 milyonu geçmektedir- ya bağımsızlık ya da anlamlı bir otonomi için savaştılar. Fakat, onlar hiç bir zaman istedikleri sonuça ulaşamadılar. 1970 yılında, iktidar üzerindeki kırılabilir nitelikteki güçlerini saglamlaştırma endişesi içinde olan Baas partisi, Kürtlere, komşu Surıye, Türkiye ve İran ülkelerinde tanınan haklardan daha kapsamlı olan, dikkate değer bir kendini yönetme önerisinde bulundu. Fakat, rejim, Kürdistan Otonomik Bölgesini kasıtlı bir şekilde Kürtlerin sınırlarında bulunan geniş petrol kaynaklarına sahip bölgeleri dışlayarak belirledi. Kürtler tarafından red edilmesine rağmen, Bagdat tarafından 1974 de yürürlüğe konan Otonomi bölgesi üç kuzey vilayeti olan Erbil, Süleymaniye ve Dohuk u kapsıyordu. 14.000 sq.mile'ı kapsayan bu bölge, Kürtlerin haklı olarak kendilerine ait olarak gördükleri alanın yarısını kapsıyordu. Buna rağmen, otonomi bölgesi, yeterli yiyecek üretiminde bulunamayan, geniş çöllere sahip bu ülkede tarıma açık alanların tam olarak yarısını kapsadığı için gerçek bir ekonomik degere sahipti. Otonomi karanamesinin yürürlüğe konduğu sıralarda, Baas Partisi petrol kaynaklarına sahip olan Kerkük ve Khaqın ve kuzeyin diğer bölgelerine, güneyden fakir Arap aşiretlerini getirip, Kürt köylülerini yerlerinden atarak, bu bölgeleri ''Araplaştırmaya'' başladı. Kuzey Irak'da barış uzun sürmedi. 1974 yılında, uzun bir süredir beklenen Kürt isyanı, bu sefer, ABD, İsrail ve İran hükümetleri tarafından desteklenen, efsanevi savaşçı Molla Mustafa Barzani önderliğinde bir kere daha patlak verdi. Fakat, bu isyan, 1975 yılında Irak ile İran'ın bir sınır anlaşması imzalaması ve Şah'ın Barzani'nin, Kürdistan Demokratik Partisi'nden desteğini çökmesi üzerine ani bir şekilde çöküverdi. KDP, İran'a kaçtıktan sonra Barzani aşiretine bağlı onbinlerce köylü zorla evlerinden atılarak güney Irak çölünün ıssız köşelerine yerleştirildi. Burada, hiç bir yardım almadan yaşamlarını sıfırdan başlayarak yeniden inşa etmeleri gerekti. 1970'li yılların ortaları ve sonlarında, Irak rejimi yeniden Kürtlere karşı harekete geçerek, Türkiye ve İran sınırlarına yakın hassas bölgelerede yaşayan en az 250.000 kişiyi güvenlik koridoru oluşturmak gerekçesiyle zorla yerlerinden çıkarıp, köylerini tahrip etti. Yerlerinden atılan Kürtlerin büyük çoğunluğu, Irak-Kürdistan'ının ordu tarafından konrol edilen bölgelerinde ana motor yolları üzerinde kurulan , mujamma'at diye adlandırılan kaba olan yeni yerleşme bölgelerine yerleştirildi. Bu kelimenin anlamı ''koperatifler'' ya da '' birleşimlerdir.'' Iraklılar kendi propogandalarında, genel olarak bu bölgeleri ''modern köyler'' olarak adlandırmaktadır; bu raporda, bu bölgelerden genel olarak ''kompleksler'' olarak bahsedilmektedir. 1987'ye kadar, genellikle, bu bölgelerde yeniden yerleştirilen köylülere belli bir para tazminatı verildi, fakat kendi evlerine geri dönmeleri yasaklandı. Sayfa: 5/18 1980'den sonra, sekiz yıl süren İran-Irak savaşının ilk yıllarında, Kürdistan'da bulunan bir çok Irak tugayı ya bölgeyi terketmiş ya da birlikleri cepheye yollanarak sayıları düşürülmüştü. Ortaya çıkan boşlukta, peshmerge--'' ölümü göze alanlar''—bir kere daha varlıklarını duyurmaya başladı. Artık Barzani'ini oğullarından biri olan Mesut tarafından yönetilen KDP, Tahran ile olan ittifakını yeniden canlandırdı ve 1983 yılında, KDP birlikleri, İran birliklerinin sınır bölgesindeki kasabalardan Haj Umran'ı ele geçirmesine yardım etti. Misilleme çabuk geldi: şimşek hızı ile komplekslere yerleştirilmiş Barzanilere karşı gerçekleştirilen bir operasyon ile sayıları beş ya da sekiz bin arasında olan on iki ya da bu yaşın üzerinde olan erkekler Iraklı birlikler tarafından kaçırıldı. Hiç birisi bir daha görülmeyen bu kişilerin, aylarca hapiste tutulduktan sonra toplu olarak öldürüldüğüne inanılmaktadır. Bir çok bakımdan, 1983 yılında gerçekleştirilen Barzani operasyonu Anfal kampanyası sırasında daha geniş bir alanda kullanılan tekniklerin bir habercisi oldu. Bu olay karşısında, Kürtlerin Birleşmiş Milletler ve Batı Hükümetleri nezdinde bu meseleyi gündeme getirmek için gösterdikleri çabalara rağmen, hiç bir uluslararası protestonun olmaması, Bagdat'ın daha büyük bir operasyonu bile büyük bir tepki ile karşılaşmadan gerçekleştirebileceğine dair inançını artırmış olmalıdır. Bagdat, İran ve KDP'nin Kürt rakibi Celal Talabani'nin Kürdistan Yurtseverler Birliği(KYB) arasındaki yakınlaşmadan dolayı daha da kaygılı hale gelmişti. Baas rejimi, KYB ile, 1983- 1985 arasında bir yıldan fazla süren görüşmelerde bulundu, fakat, sonunda bu görüşmeler bir sonuç vermeyince savaş bütün cephelerde yeniden başladı. 1986 sonlarında Talabani'nin partisi Tahran ile resmi olarak politik ve askeri bir anlaşma imzaladı. Bu zamana gelindiğinde Irak rejiminin Kuzey üzerindeki kontrolü şehir, kasaba, kompleksler ve ana yolların kontrolü ile sınırlı hale gelmişti. Başka bölgelerde, peşmergeler kökleri derinde olan yerel desteğe güveniyorlardı. Ordudan kaçacak bir yer arayan, binlerce Kürt asker ve yoklama kaçağı kırsal bölgede yeni evler buldular. Havadan ve karadan yapılan bombalamalar, Ordu ve korucu Jash birliklerinin cezalandırıcı operasyonları ile karşılaşan köylüler katı bir ekonomik boykot ve çok sınırlı yiyecek stokları ile yaşamayı öğrendiler. Bu saldırılara cevap olarak, Kürt köylüleri evlerinin önünde hava baskınlarına karşı sığınaklar oluşturdu ve zamanlarının büyük bir çoğunluğunu Kuzey Irak'ı bal petekleri gibi ören mağara ve sığınaklarda geçirdiler. Bütün bu zor koşullara rağmen 1987 yılında Irak Kürdistan'ının dağlık iç kesimleri, gerçekten de kurtarılmış bölgelerdi. Bunu, Baas Partisi kabul edilemez bir durum olarak değerlendirdi. **** Sayfa: 6/18 1987'de, Al-Macit'e olağanüstü yetkiler verilmesi ile birlikte, Kürtlere karşı aralıklarla sürdürülen isyanı bastırma operasyonları bır tahrip kampanyası haline dönüştü. Raul Hilberg'in önemli ''Holocaust'un Tarihi'' kitabında gözlemlediği gibi: Bir tahrip süreçinin kendine özgü bir modeli vardır. Dağılmış bir grubu, başarı ile ortadan kaldırmak için yalnızca bir yol vardır. Bu operasyonda doğal olan üç aşama vardır: Tanımlama * Toplama (veya elegeçirme) * Yok etme Bu temel süreçin değişmez yapısıdır, hiç bir grubun üyeleri toplanmadan veya yakalanmadan öldürülemez ve hiç bir kurbanın eğer o gruptan olduğu biliniyorsa gruptan ayrılmasına izin verilemez. Merkezinde Anfal kampanyasının yer aldığı 1987-1989 Kürt soykırımı mükemmel bir şekilde Hilberg'in tanımlamasına uymaktadır. Ali Hasan al-Macit, Baas Partıisinin Kuzey Irak Bürüosunun genel sekreteri olarak atandığı ilk üç ay içerisinde, Anfal tarafından hedef olarak secileçek grubun tanımlaması süreçine başladı ve kırsal bölgede yaşayan Kürtlere karşı düzenlenen bastırma hareketlerini artırdı. Bir kararname ile, ''sabötörlerin'' mülk edinme haklarının olmayacağını ilan etti; yasaklanmış bölgelerde yaşayanların yasal haklarını ortadan kaldırdı, ve ''sabötörlerin'' birinci derecedeki akrabalarının ve gizli servis tarafından rejime karşı olduğuna karar verilen yaralı sivillerin öldürülmesini emretmeye başladı. Haziran 1987'de, al-Macit birbirini izleyen, güvenlik güçlerinin Anfal kampanyası ve sonrasındaki hareket tarzlarını belirleyen iki emir yayınladı. Bu emirlerin temelinde rejimin ona göre hareketlerini belirlediği bir inanış vardı: ''yasaklanmış '' kırsal bölgelerde bulunan bütün Kürt halkı pesmerge isyancıları ile birlikte hareket ediyordu ve dolayısıyla, gerektiği şekilde kendilerine cevap verilmeliydi. Sayfa: 7/18 Al-Macit'ın ilk emri yasaklanmış bölgelerde herhangi bir kişinin yaşamasını yasaklıyordu, bunun uygulama aracı ''gördüğün yerde vur'' politikası idi. 20 Haziran 1987 tarihli, SF/4008 numaralı ikinci emir, ilk emri yeniden düzenliyor ve bu emirlerin kapsamını genişletiyordu. Hiç çekinmeden kitle katliamları teşvik ediliyor ve korkutucu bir şekilde bunun detayları birer birer sıralanıyordu. Madde 4'de, Birlik komutanlarına '' ayrım gözetmeden, gece ve gündüz her zamanda, köylerin, yasaklanmış bölgede yaşayan en fazla sayıda insanı öldürmek için karadan, helikopter ve uçaklar ile havadan bombalaması emri'' veriliyordu. Madde 5'te, al-Macit, '' o köylerde yakalanan kişiler güvenlik kuvvetleri tarafından gözaltına alınarak sorgulanmalı ve yaşları 15 ile 70 arasında olanlar bize iletilmek üzere kendilerinden faydalı bilgiler alındıktan sonra kurşuna dizilmelidir'' emrini veriyordu. Irak rejimi, bu yasal ve bürokratik yapıyı inşa ederken, tarihte ilk defa kendi yurttaşlarına kimyasal bombalar kullanarak saldırmış bir rejimdir. 15 ocak 1987'de, Irak uçakları, Türkiye sınırına yakın, Dohuk vilayetine bağlı Zewa Shakan'da ki, KDP merkezine ve Süleymaniye vilayetinde baglı Sergalou ve Bergalou köylerinde bulunan KYB karargahına karşı zehir gazları kullanarak saldırdılar. Ertesi gün ögleden sonra, savunmasız Seyh Wasan ve Balisan köylerine de kimyasal maddeler kullanılarak saldırıldı, çoğunluğu kadın ve coçuk olan yüzden fazla kişi öldü. Bu saldırılar sonuçu yaralanarak Erbil'de hastahaneye kaldırılan onlarca kişi hastahane yataklarından alınıp götürüldü. Bu kişilerden bir daha hiçbir haber alınamadı. Bu olaylar, ilerki onsekiz ay boyunca gerçekleştirilen en azından 40 belgelenmiş saldırının başlangıcıydı. Bu olaylar ayrıca, rejimin çok sayıda Kürt kadın ve coçuğunu ayrım gözetmeksizin öldürmeye artık hazır olduğunu gösteriyordu. Nisan ortalarında gerçekleştirilen kimyasal gaz saldırılarının üzerinden bir hafta geçmeden, al-Macit'in birlikleri, kendisinin köy temizlenmesi ya da toplumsallaştırma olarak tanımladığı operasyonlara başlamaya hazır haldeydi. İlki 21 Nisandan 20 Mayıs'a, ikincisi 21 Mayıs'dan 20 Haziran'a kadar sürdü. Çoğunluğu hükümetin kontrol ettiği ana şehirler arası yollarda bulunan 700'den fazla köy yakıldı ve imha edildi. Ancak, operasyonun üçünçu aşaması, Irak birliklerinim hala cephede olmaya öncelik vermeleri ve büyük çapta bir operasyon için gerekli gerekli kaynakların hazır olmaması nedeni ile ertelendi. Ancak, üçüncü aşamanın hedeflerine ilerde gerçekleştirilen Anfal ile ulaşılacaktı. Sayfa: 8/18 Irak rejiminin hedef alınacak grubu belirlemek için kullandığı en önemli idari yaptırım 17 Ekim 1987'de gerçekleştirilen ulusal nufus sayımıdır.İlkbahar köy temizlikleri peşmergeler ve hükümetin kontrol ettiği bölgeler arasında, fiili olarak bir tampon bölgenin yaratılması sonuçunu verdi; Baas partisi yasaklanmış bölgede yaşayan kişilere, '' ulusal saflara geri dönün'' emrini verdi— başka bir deyişle, bu evlerin ve diğer mülklerin terkedilerek Irak güvenlik güçlerinim kontrolu altındaki berbat kamplara zorunlu olarak yollanmayı kabul etme; ya da Irak vatandaşlığını kaybederek, asker kaçakları olarak muamele görme anlamına geliyordu. İkinci seçenek, Agustos 1987 'de Devrimci Kumanda Konseyinim yayınladığı kararname ile nüfus sayımında yer almayanlar, asker kaçakları olarak nitelenip ölüm cezasına carptırılacakları için ölüm cezası ile eş anlamlıydı. Nüfus sayımına doğru giden dönemde, al-Macit hedef olarak seçtiği grubu daha fazla tanımladı. O, gizli servis görevlilerine hala hükümetin kontrolu altında bulunan bölgelerde yaşayan ''sabotajcıların'' ailelerinin her birinin detaylarını içeren dosyalar hazırlamaları emrini verdi. Bu dosyalar tamamlandığı zaman, sayılamayacak kadar kadın, çocuklar ve yaşlı kimseler zor yolu ile kırsal bölgelere göç ettirilerek pesmerge akrabalarının kaderlerini paylaşmak zorunda bırakıldı. Birer birer davaları, aileleri inceleyerek gerçekleştirilen nüfusu bir yerden bir yere nakil etme Anfal döneminde kimin yaşayıp, kimin öleceği konusunda verilen kararların belirgin özelliklerinden biriydi. Son olarak söylenmesi gereken fakat önemsiz olmayan nokta ise nüfus sayımına katılanlara milliyetlerini tanımlamak konusunda sadece iki seçenek verilmesidir. Bir kimse ancak Kürt ya da Arab olabilirdi. Bu belirleme, Yezidiler, Asuriler ve Chaldean Hristiyanlarının son derece vahim bir durumla karşılaşmaları anlamına geldi. Sayfa: 9/18 Anfal kampanyası, nufus sayımından dört ay sonra, 23 Şubat 1988 gecesi, Sergalaou-Bergalou'da ki, KYB karargahına yapılan bir saldırı ile başladı. Anfal, yedisi KYB'nin kontrol altında tuttuğu bölgelerde gerçekleştirilen toplam sekiz aşamaya sahiptir. Irak Kürdistan'ının kuzeybatısında bulunan KDP kontrolündeki bölge, rejim tarafından daha az tehlikeli görüldüğünden, 1988'in, Agustos sonları ve Eylül'ün başlarında gerçekleştirilem son Anfal operasyonunun hedefi haline geldi. Irak makamları bu kampanyayı halktan gizlemek için hiç bir teşebbüste bulunmadı. Bunun tersine, operasyonların her aşaması İran-Irak savaşında zaferleri kutlamak için gerçekleştirilen propoganda kutlamaları ile göklere çıkarıldı. Bugün bile, Anfal Irak resmi medyası tarafından kutlanmaktadır. Sergalaou-Bergelaou'nun 19 Mart 1988'de ele geçirilmesinin beşinçi yıldönümü olan 1993'de, bu olay büyük puntolarla yazılan başlıkların bir konusu idi. Irak birlikleri, Kürdistan'ın kırsal bölgelerini dev bir cam sileceği gibi önce soldan sağa ve sonra, sağdan sola olmak üzere hareket ederek, birbiri ardısıra ''yasaklanmiş bölgeleri'' tahrip etti. KYB karargahını kendisine merkez olarak alan ilk Anfal, üç haftadan fazla sürdü. Bu kampanyanın daha sonraki aşamaları, her ordu birliğinin bir sonraki hedefe doğru hareketleri sırasında verilen aralar ile genellikle daha kısa sürdü. Karadağ bölgesinde gerçekleştirilen ikinci Anfal 22 Mart'tan, 1 Nisan 1988'e kadar; Germian olarak bilinen tepelerle kaplı bölgede gercekleştirilen üçüncü Anfal, 7 Nisan'dan 20 Nisan'a kadar, Lesser Zab bölgesinde gerçekleştirilen ve en kısa süren, dördüncü Anfal ise 3 Mayıs'dan 8 Mayıs'a kadar sürdü. Askeri birlikler, yalnızca, 15 Mayıs'ta başlayan beşinci Anfal sırasında Erbil'in dağlık bölgelerinde amaçlarına ulaşmak için güçlükle karşılaştılar. Zor bir bölgede, son kalan KYB peşhmergelerinin yoğun bir direnişi ile karşılaşan rejim saldırılarına geçici olarak ara verdi. Başkanlık Ofisinden ( Saddam Hüseyin'in kişisel olarak oynadığı denetleyici rol burada gözükmektedir.) gelen bir emirle VI.ve VII Anfal olarak adlandırılan operasyonlar Temmuz ve Agustos aylarında iki kez gerçekleştirildi. Daha sonraları, 26 Agustos'da KYB'nin kontrol ettiği son bölge '' sabotajcılardan temizlenmiş'' olarak ilan edildi. Sayfa: 10/18 Bu sıralarda, İran, Irak'ın savaşı sona erdirmek için öne sürdüğü koşulları kabul etti; serbest bırakılan büyük sayıdaki Irak birlikleri Kuzey Irak Kürdistan'ın daki Bedinan bölgesine gönderildi. Son Anfal 25 Agustos sabahında başladı ve bir kaç gün içerisinde sona erdi. 6 Eylül 1988, Irak rejimi Kürtler için genel bir af ilan ederek aleni olarak pratikteki zaferini ilan etti.( Ali Hassan al-Macit sonraları meslektaşlarına affa karşı olduğunu fakat sadık bir parti üyesi olarak karara uyduğunu açıkladı.) Anfal'ın her aşaması aşagı yukarı aynı özelliklere sahipti. Saldırılar karakteristik olarak havadan sivil ve pesmerge hadeflere karşı gerçekleştirilen kimyasal gaz saldırıları ve KYB ve KDP'nin askeri üs ve mevzilerine karşı girişilen askeri saldırılar eşliğinde başladı. Hardal ve sinir gazlarının ölüm kokteyli bazıları gas maskeleri edinen ve kendilerini savunmak için basit yöntemlere başvuran pesmergelerden daha çok sivillere karşı daha öldürücü bir etkiye sahipti.Sayw senan köyünde(İkinci Anfal),80'den fazla sivil öldü; Göktepe'de (Dördüncü Anfal) 150'den fazla kişi öldü; Wara'da(Beşinci Anfal) 37 kişi öldü. 16 Mart'ta, Kürt kasabası Halepce'nin en büyük kimyasal gaz saldırısına ugraması sonuçunda 3.200-5.000 arasında kasaba sakini öldü. Bir şehir olarak Halepce teknik olarak Anfal kampanyasının bir parçası değildi- bu saldırı şehrin İranlı Devrim Muhafızları tarafından desteklenen peşmergeler tarafından ele geçirilmesine karşı girişilen bir misilleme idi- fakat bu saldırı her bakımdan Kürt soykırımının bir parçası idi. İlk saldırıdan sonra, piyade birlikleri ve jash hedeflenen bölgeyi tam bir bütün olarak kuşatma içine alarak, yollarındaki bütün yerleim merkezlerini yok ediyor, evleri ve çiftlik hayvanlarını yagmalıyor ve işi bitirmesi için yıkma birliklerini cağırmadan önce evleri ateşe veriyordu. Yıkma hareketi ile birlikte, Hillberg'in hedef halindeki grubun ''toplama'' ve ''ele geçirme'' olarak belirlediği sürec ilerledi. Orduya ait askeri kamyonlar konvoylar halinde köylüleri yakındaki toplama merkezleri ve transit kamplarına transfer etmek için beklerken, Jash birlikleri yakındaki arazilere kaçmış olabilecek kişileri yakalamak için bölgeyi tarıyordu.( Rejim için güvenirliliği şüpheli olan Korucu birliklerinin bazı üyeleri, insanların güvenli bir yere kaçmasına ya da ordu çemberini aşmalarına yardım ederek binlerce kişinin hayatını kurtardı.) Gizli polis, kasaba, şehir ve yerleşim birimlerini tarayarak Anfal kaçaklarını aradı ve bir çok keresinde, onların sahte af ilanları ve şimdi fesat bir anlama sahip olan '' ulusal saflara geri dönüş'' vaati ile saklandıkları yerleri terkederek yakalanmasını sağladı. Sayfa: 11/18 Bu noktaya kadar, Anfal normal olmıyan bir şekilde açımasız olmasına rağmen, bir isyanı bastırma kampanyasının bir çok özelliğini taşıyordu. Ele geçirilen Irak belgeleri de, askeri eylemlerin ilk başlangıç aşamasında birliklerin ve onların komutanlarının aklında ki ana hedefin isyanı bastırmak oldugunu göstermektedir. Kesin olarak, Irak – başka bağımsız uluslar gibi- isyana karşı savaşmak için yasal dayanaklara sahipti. Ancak, Anfal, en dar tanımı içerisinde bir isyan bastırma hareketi idi, aynı zamanda, bir soykırım hareketi olduğu gerçegini ortadan kaldıracak hiç bir şey yoktur. İsyan bastırma ve soykırım hareketleri arasında özel olarak bir ayrılık yoktur. Gerçekten de, birisi diğerini gerçekleştirmek için bir araç olarak kullanılabilir. Soykırım Anlaşmasının 1.maddesi ''soykırım, barış ya da savaş zamanında uluslararası anlaşmalar altında bir suçtur.'' demektedir. Bir etnik-ulusal grubun savaşcı olmıyan ve yakalanmış üyelerini yargısız olarak katl etme, anlaşmazlıgın niteliği göz önüne alınmaksızın, savaş zamanında ya da isyan bastırmak için kullanılan yasal bir tedbir değildir. İlke konusunda yapılan bu tartışmaya ilave olarak, Anfal'ın bir çok özelliği isyan bastırma hareketlerinin çok ötesindedir. İlk olarak, operasyonlar askeri amaçlarına ulaşıldıktan sonra, ne gibi olayların meydana geldiği basit gerçekliği bu özellikler arasındadır: * on binlerce sivilin kitle halinde katliamı ve ortadan kaybolması- en tedbirli bir hesaplama ile 50.000, bu sayının iki misli bir rakama ulaşmak mümkündür; kimyasal gazların onlarca yerleim merkezlerine karşı kulanılarak binlerce kişinin öldürülmesi ve daha bir çoklarının korku içinde evlerini terketmeleri; Aile ve topluma ait mal varlığı ve alt yapının, kırsal Kürt ekonomisinin ana tarımsal ürünlerinin hemen hemen tamamının tahribi; Binlerce kadın, çocuk ve yaşlı insanın, pratik olarak cezalandırıcı koşullarda, terkedilmeleri sonucu yuzlerce kişinin ölümü. Geride kalarak yaşamayı becerenler yaşamlarını büyük oranda yakın bölgede bulunan Kürt köylerinin gizlice sağladığı yardımlara borçludurlar. İkinci olarak, Anfal'ın bürokratik bir teşebbüs olarak nasıl örgütlendiği konusu vardır. İsyanı bastırma hareketi olarak görülen Anfal'ın her bölümünün kendine özgü bir başlangıc ve sonu vardır; uygulanması düzenli ordu ve jash korucularının ellerindeydi. Ancak, bu kurumlar çabucak devre dışı bırakılarak yakalanan siviller, işlem görmeleri ve son aşamada ortadan kaldırılmaları için tamamıyla değişik bir bürokrasiye transfer edildiler. Amn, İstibharat, Halk Ordusu ve Baas partisinin kendisi gibi değişik kurumlar görevlendirildiler. Hapishane kampları ve ölüm konvoylarının alt yapısı Kürdistan Otonomi Bölgesinin epey dışında savaş bölgesinden uzaklardaydı. Esas olarak, infazlar, isyanı bastırma ile aynı anda gerçekleştirilmedi; gözaltındakiler silahlı kuvvetler amaçlarına ulaştıktan, günler ya da haftalar sonra öldürüldü. Sayfa: 12/18 Son olarak, soykırım kavramının kökenlerine uzanan niyet sorusu vardır. Irak istibharat örgütlerinden ele geçirilen belgeler, açık bir şekilde kitle katliamlarının, ortadan kaybolmaların ve Anfal ile ilişkilı zorla göçlerin ve 1987-1988 dönemindeki diğer Kürtlere karşı kampanyaların titiz bir şekilde planlandığını göstermektedir. Bu kampanyaları yürütme oldukça merkezi olmakla birlikte, bunların başarısı, cumhuriyetin Başkanlık Ofisi'inden en aşağıdaki Jaşh birliklerine kadar uzanan bir çok sayıdaki kuruluş ve kurumun çabalarının yerel, bölgesel, ve ulusal düzeyde koordine edilmesine bağlıydı. Bu büyük bürokratik ağın merkezindeki kişi, bildiğimiz gibi, Ali Hasan al-Macit'dir, onun kişiliğinde niyet sorusu ikincil, çok önemli bir düzeyde ortaya cıkmaktadır. 1987'den 1989'a kadar, al-Macit ve emrindeki kişilerin konuşmaları belli sayıda ses kasetinde kayıt edilmiştir. Bu kasetler, otantisini ve ana konuşmacının al-Macit oldugunu tasdik etmek için dört bağımsız uzman tarafından incelendi. Al-Macit'in belirgin bir karakterde, yüksek oktavlı bir sesi olduğu ve kendisinin geldiği Tikrit kasabası kökenli bölgesel aksan ile konuştuğu bilinmektedir, bu özelliklerin ikisi de Mıddle East Watch tarafından danışman olarak seçilen Iraklılar tarafından tanınmıştır. Bu konuda bilgisine başvurulan Irak'lılardan biri ana konuşmacının, Mıddle East Watch'un elinde bulunan ve uzun saatlere sığan kayıtlarda, otorite ile konuşmakta olduğuğna ve küfürlü bir dil kullandığına dikkat çekti. Aynı kişi, buna karşılık, '' Toplantılara katılan diğer kişiler, özelikle al-Macit'e hitap ettikleri zaman kibar ve korku dolu bır ses tonu ile saygılıydılar.'' dedi. uzmanlardan ikisi, Al-Macit'e sık sık tanınan takma ismi ''Abu Hasan'' olarak hitap edildiğini belirtmişlerdir. Konuşma bantları, herşeyden önce, Kürtlerin imhasınına gürüşen adamın onlara karşı duyduğu kızgın ırkçı duygularının delillerine sahiptir. Bir toplantıda, al-Macit, '' Niçin ben onların, hiç bir şey bilmeyen eşekler gibi orada yaşamalarına izn vereyim?'' diye sormaktadır. Başka bir toplantıda, aynı şekilde konuşarak, ''Bize ne zaman bir faydaları oldu:'' '' Kürtler arasında bize faydalı olabilecek kişiler bulabileceğimğzi söyledim..fakat, bu hiç bir zaman mümkün olmadı.'' Başka bir yerde, ''Onların kafalarını ezeceğim. Bu türden köpeklerin kafalarını ezeceğiz'' ve yine, '' Onlara iyi bir şekilde bakmak mı? Hayır onları buldozerler ile gömeceğim.'' Sayfa: 13/18 Rejime sadık olmak al-Macit'in kampanyalarından kurtulmak için bir güvençe değildi. Hükümet yanlısı korucu Jash'ların üyesi olmakta bir çare değildi. Al-Macit, korucu liderlerine eğer köylerini terketmeyi red ederlerse kimyasal gazlarla bombalanacakları tehditinde bile bulundu. Etnik köken ve yerleşim yerleri, her şeyin ötesinde bir öneme sahipti ve bu unsurlar, 1988'de kitle katliamları gerçekleştirildiği zaman birlikte değerlendirildiler. 1987 köy boşaltmaları yalnızca hükümetin kontrol ettiği bölgelerde uygulandı ve böylece, bu operasyonların isyanları bastırmak ile hiçbir ilgisi yoktu. Bu bölgelerin eski sakinleri eger hükümetin tayin ettiği mujamma'at denilen evlerde kalmayı red eder ve pesmergelerin konrol ettiği bölgeye sığınırsa- bir çokları böyle yaptı- Anfal kampanyası sırasında ölüm ile karşılaşacaklardı. Aynı işlem daha küçük etnik gruplara da uygulandı. 1987 ekim nufus sayımında, bir çok Asuri ve Khaldean Hristiyanları—kökü antik caglara dayanan Aramik dilinde konuşan bir halk—hükümetin kendilerini ya Kürt ya da Arap olarak tanımlamaları şeklindeki taleplerini red etti. Kendilerini Arap olarak tanımlamaktan kaçınanalar otomatik olarak Kürt olarak muamele gördüler. Ve, Hristiyanların çoğunun yaşadığı, Dohuk bölgesindeki son Anfal sırasında, gerçekte, onlar rejim tarafından komşuları Kürtlere indirilen darbelerden daha ağır bir darbe yediler. Pesmerge ile birlikte aynı saflarda savaşan az sayıda Türkçe konuşan azınlık Türkoman üyeleri de, Kürtleşmiş olarak kabul edilerek aynı şekilde muamele gördü. Bundan önceki yirmi yıl boyunca, Baas başkanlığındaki hükümet Kürt bölgelerinin Araplaştırılması kampanyasını hemen hemen aralıksız sürdümüştü. Bunun sonuçu doğan isyan, Kürt bir karakter ve kompozisyona sahipti. Bundan dolayı, 1988'de isyancılar ve onların sempatizanı olarak görülen kişiler, ortadan temelli olarak kaldırılması Kürtler olarak muamele gördüler.Onların savaşcı olup olmamaları önemli değildi; hükümet'in gözünde hükümet'in saflarına katılmayan ''kötü Kürtlerdi''. Sayfa: 14/18 Hilberg'in kıstasını biraz daha izlersek, ele geçirme ve toplama tamamlandıktan sonra imha başlayacaktı. Hedeflenen grup dikkatle seçilmişti. Şimdi sıra seçilen grubun içindeki ortak niteliklere sahip ikinci grubun tanımlamasına geldi: bunlar gerçekte öldürülecek olan kişilerdi. Bir düzeyde bu üstesinden kolaylıkla gelinebilecek bir sorundu. Al-Macit'in Haziran 1987'de yayınladığı emirlere göre, Anfal bölgesinde bulunan silah taşıyabilecek yaştaki erkeklere otomatik olarak ölüm cezası verilecekti. Aynı zamanda, hiç kimsenin, davası incelemeden önce Anfal birlikleri tarafından kurşuna dizilemeyeceği varsayılıyordu. Bu görüşü destekleyen 15 Ekim 1987 tarihli- nüfus sayımından iki gün önce- başkanlık kararnamesı ile başlayan çok sayıda döküman vardır: " genel/toptan yargıya tabii tutulacak kişilerin isimleri toplu olarak tutulmamalıdır. Tercihen, onların bahsini ederken ya da yazışmalarınızda onları kişiler olarak görün''. Bu emir nedenıyle, ordu ve Amn, Anfal sırasında tutuklanan Kürtlerin isimleri, cinsiyeti, yaşı,yerleşim yeri ve ele geçirildiği yerleri içeren listeler hazırladı. Gözaltına alınanların işlemleri bir dizi hapishane ve kamp şebekesi içerisinde gerçekleştirildi. Askeri gizli servisin kontrolu altında bulunan ilk geçici gözaltı merkezleri, 15 Mart 1988 gibi erken sayılacak bir zamanda faaliyete geçti; zirvesine Nisan ayı ortası ve Mayıs ayı başlarında ulaşan kitle halinde ortadan kaybolmalar ciddi olarak başladı. Gözaltına alınanların büyük çoğunluğu Ali hasan al-Macit'in karargahının bulunduğu, Halk ordusunun bir kamp yeri olan, Kerkük şehri yakınlarındaki Topzawa'ya götürüldü. Bazıları Tikrit'teki Halk Ordusu kışlalarına götürüldü. Kadınlar ve coçuklar kamyonlarla Topzawa'dan Dibs şehrindeki ayrı bir kampa transfer edildi; sayıları 6.000 ile 8.000 arasındaki yaşlı tutuklular Güney çölündeki terkedilmiş Nugra Salman hapishanesine götürüldü, burada yüzlercesi ihmalkarlıkve hastalık sonuçu öldü. Son Anfal sırasında ele geçirelen Bedinan tutukluları ayrı fakat paralel bir sisteme tabii tutuldu: büyük coğunluk Dohuk'ta ki geniş ordu merkezinde tutulurken, kadın ve çocuklar Musul'un Tigris nehri yakınlarındaki Salamiyeh'de bir hapishane kampına transfer edildiler. Kadın, çocuk ve yaşlıların büyük coğunluğu 6 Eylül affından sonra serbest bırakıldı. Fakat hiçbir Anfal erkeği serbest bırakılmadı. En kanlı olan üçüncü Anfal'dan sağ kurtulan bir grup insanın ifadelerine dayanan Middle East Watch'un varsayımı onların büyük topluluklar halinde kurşuna dizildikleri ve Kürt bölgelerinin dışında gizlice tutuldukları yönündedir. Bedinan'da ki, Son Anfal sırasında, konutanlarından aldıkları emirleri uygulayan askeri yetkililer, en azından, iki yerde, erkekleri yakalar yakalamaz kurşuna dizdiler. Sayfa: 15/18 Sağ kurtulanların anlatımlarının bir sonuçu olarak öldürülenlerin kitle halinde gömüldüğü üç mezarlığın yeri tespit edilmiştir. Bir tanesi, Fırat nehrinin kuzey kıyısında, Ramadi şehrine yakın ve İran-Irak savaşının başlarında zorla göç ettirilen İranlı Kürtlerin yerleştirildiği ev bloklarına bitişiktir. Diğeri Musul'un güneyinde ki, arkelojik bir yer olan Al-Hadhar(Hatra) civarındadır. Üçüncüsü ise Samawah şehri dışındaki çöldedir. En azından iki toplu mezarlığının daha Hamrin dağlarında, birisi Kerkük ve Tıkrit arasında ve diğeri Tuz Khurmatu'nun batısında bulunduğuna inanılmaktadır. Kamp sistemi Nazi soykırımının boyutlarından birini hatırlatırken, sağ kalan Kürtlerin tanımladığı öldürme yöntemleri tekin olmıyan bir şekilde başka bir boyutunu gösteriyor- Nazi işgalindeki Doğu Avrupa'da faaliyet gösteren Einsatzkommandos ya da seyyar öldürme birliklerinin faaliyetleri. Eınsatzkommando'larının kullandığı standart tekniklerinin her birinin, Kürt örneğinde kullanıldığı belgelenmiştir. Bazı gruplar sıraya dizildi, önden kurşunlandı ve daha önce kazılmış toplu mezarlara itildi; başkaları içine itildikleri siperlerde ayakta dururken makinalı tüfek ateşiyle öldürüldü; başkaları çiftler halinde, sardinya balıkları gibi, yeni öldürülmüş kişilerin cesetlerinin yanında yere yatırılıp orada öldürüldü; başkaları birbirine bağlanarak çukurun kenarında mevzilendirildi ve çukurun içine düşmelerini sağlamak için arkalarından vuruldu- katillerin bakış acısndan bu etkili bir metod olsa gerektir.- Bundan sonra, buldozerler toprak ya da kumu ceset yığınlarının üzerine itti. Bazı mezar alanları düzinelerce ayrı çukura sahiptir, açıktır ki, buralarda binlerce kurbanın cesetleri bulunmaktadır. İkinci derecede kanıtlar öldürme olayını gerçekleştirenlerin Baas partisi ve belki de, Genel Güvenlik Müdürlüğü'ne bağlı üniformalı kişiler olduğunu göstermektedir. Anfal sırasında, en ihtiyatlı bir tahminle 50.000 Kürt köylüsü öldü. Yaşları onbeş ile elli arasındaki erkekler kitleler halinde rutin bir şekilde öldürülürken, küçük çocukların ve ailelerin toptan olarak öldürülmek için hangi kıstasın uygulanarak seçildiklerine dair soru işaretleri bulunmaktadır. Sayfa: 16/18 Büyük çoğunluğu Üçüncü ve Dördüncü Anfallar sırasında hedef seçilen iki bölgeye ait ''alanların'' sakinleri olan binlerce kadın ve çocuk yokoldu, ancak, bu aşırı bölgesel farklılıklara bağlıydı. İşinı abartan yerel alan komutanlarının tacizleri belki kadın ve çocukların ortadan kaybolup gitmesine neden izin verilmediğini açıklamaktadır. Ancak, bu, kadın ve coçuklar hemen kocaları ve babalarından ayrılarak canlı olarak işlem merkezlerine yollanarak, bir müddet gözaltında tutulduktan sonra öldürüldükleri için, daha sonraki kaybolmalarının izlediği çizgiyi yeterli bir şekilde açıklayamaz. Bir kişinin yaşadığı yerden ziyade ele geçirildiği yerin, kimin yaşayıp kimin ölecegine karar verilen süreçte daha fazla rol oynadığı gözükmektedir. Amn belgelerinden anlaşıldığına göre diğer bir faktör de, bulunan alanda askeri birliklere karşı silahlı bir direniş olup olmadığı idi- gerçekten de hepsinde olmasa da kadın ve coçukların öldürüldüğü bölgelerde bu bir gerçeklik idi. Üçüncü bir faktör de, gözaltına alınanların sahip olduğu varsayılan ''politik tavır'' olabilir, ancak, bunun çocuklara nasıl uygulanabileceğini düşünmek zordur. Asıl nedenler ne olursa olsun, ele geçirilen Irak belgelerinden açıkca anlaşıldığına göre istibharat servisleri en azından bazı davaları incelemeden geçirmiş ve hatta, eğer bir kişinin kaderi hakkında soru işaretleri varsa üst makamlara başvurmuşlardır. Bu, ortadan kaldırma süreçinin, en azından, ilke olarak katı bürokratik kurallara uygun olarak yönetildiğini göstermektedir. Ancak, elde bulunan bütün deliller bu kuralların amaçının, bir kişinin herhanği bir suçtan dolayı suçlu ya da suçsuz olduguna karar vermek değildi, bu sadece, kişinin ''Anfala ugramak'' üzere hedef seçilmiş olan gruptan olup olmadığını anlamak için kullanıldı. Aynı zamanda, sağ kalanların anlatımları, defalarca, pratikte kuralların keyfi olarak uygulandığını göstermiştir. Anfal bölgelerinden toplanan kişilerin yaş ve cinsiyetlerine göre ayrılması ve bunun yanısıra, ortadan kaldırılacakların seçilmesi herhangi bir manası olan bir sorgulama ya da değerlendirme yapılmadan kaba bir şekilde gerçekleştirildi. Sayfa: 17/18 Anfal askeri bir kampanya olarak, 6 Eylül 1988'de genel af ilanı ile sona erdi, fakat, onun mantığı sona ermedi. Nugra, Salman, Dibs ve Salamiyeh gibi hapishanelerden serbest bırakılan mahkümlar, ve af yasası altında, sürgünden geri dönenler hiç bir destek ya da tazminat verilmeden yeni yerlere yerleştirildiler. Onlara yardım etmek isteyen siviller Amn tarafından takibata ugradı. Badinan'da ki, son Anfal'dan sag kalanlar mujamma'at denilen ve ancak isimden ibaret olan yerleşim yerlerine götürüldüler; Anfalakan, tel örgü ve gözetleme kulesinden başka hiç bir alt yapısı bulunmayan Erbil'in çorak toprakları üzerinde bir alana atılıp bırakıldı. Burada, yüzlerce kişi, hastalık, açlık, soğuk veya gıda yetersizliği, ve kimyasal gazların daha sonraki aşamalardaki etkilerinin bir sonuçu olarak öldü. Bir çok kadın ve coçukları da içeren yüzlerce Müslüman olmıyan, Yezidi, Asuri ve Chaldeanlar Kürt soykırımının diğer kurbanları olarak kamplardan kaçırıldı ve kayboldu. Onların ana suçları, 1987 nufüs sayımı sırasında, toplum liderleri rejimin kendilerini Araplar olarak kategorize etmesini red ettikten sonra yasaklanmış olan coğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu bölgelerde kalmaktı. Rejimin, aftan faydalanan Kürtlerin Irak vatandaşları olarak tüm sivil haklarını kullanmasına izin vermek gibi herhangi bir niyeti yoktu. Amn onların rejime sadık olduklarını onaylayıncaya kadar politik haklarından yoksun bırakıldılar ve iş olanaklarından faydalanmalarına izin verilmedi. Onlara yerleştirildikleri mujamma'at'larda kalacaklarına dair - ölümle karşılaşmalarına rağmen.-taahütte bulundukları yazılı kağıtlar imzalatıldı. Onlar, coğu kez yeniden yerleşimi engellemek için mayınlarla kaplanmış olan yasaklanmış bölgelere giremeyeceklerini; SF:4008 sayılı emir ve özellikle bunun yetişkin bütün erkeklerin öldürülmesini emreden beşinci maddesi yürürlükte kalacağını ve sıkı bir şekilde uygulanacağını anlamak zorunda kaldılar. Tutuklama ve idamlar devam etti, idam edilenler arasında af sırasında hapiste tutuklu bulunan kişilerde vardı. Middle East Watch 1988 sonlarında gerçekleştirilmiş üç kitle halinde idam olayını belgelemiştir; bu olaylardan birinde 180 kişi öldürüldü. Amn'ın yerel ofislerinden birinde ele geçirilen dökümanlardan biri 1989'un ilk sekiz ayı içerisinde gerçekleştirilen 87 idamın listesini vermektedir, öldürülen arasında, '' Kürtçe'yi Latin harflerle öğretmekle'' suçlanan bir adam da vardı. Hükümete olan sempatileri sonucu, Anfal'dan zarar görmeden kurtulan bir kaç yüz Kürt köyü geleceklerinin bir garantisi yoktu ve onlarca Kürt köyü, 1988 sonları ve 1989'da yakıldı ve yerle bir edildi. Hatta, ordu mühendisleri büyük bir kasaba olan Qala Dizeh'i yıktı ve etrafındaki bölgeyi ''yasak bölge'' olarak ilan etti; İran sınırına yakın son önemli nufüs topluluğu böylece ortadan kaldırılmış oldu. Sayfa: 18/18 Öldürme, işkence ve köylerin yakılması politikaları devam etti, başka bir deyişle, Arab Sosyalist Baas partisinin yönetimi altında her zaman olduğu gibi günlük hayatın bir parçası olarak devam etti. Ancak, Al-Macit'in ıfadesiyle, Kürt problemi çözüldü; ''sabotajcılar'' kıyımdan geçirildi. 1975'den beri 4.000'den fazla Kürt köyü tahrip edildi; yalnızca Anfal sırasında en azından 50.000 Kürt öldürüldü, bu rakamın iki misline ulaşmak mümkündür; Irak'ın verimli topraklarının yarısı kullanılmaz hale getirildi. Sonuçta, Barzani erkekleri evlerinden alındıktan sonraki on yıl içerisinde öldürülen Kürtlerin sayısı tereddütsüz bir şekilde altı haneli figürlere ulaşmaktadır. 23 Nisan 1989'da, amaçlarına ulaştıgına kanaat getiren Baas partisi, iki yıl önce Ali Hasan al-Macit'e verilen özel yetkileri kaldırdı. Anfal'ın ana yöneticisi, yerine getirilen kişiyi karşılama töreninde açık bir şekilde '' olaganüstü durumun'' sona erdiğini bildirdi. Soykırım Anlaşmasının dilini kullanırsak, rejimin amaçı bir grubun(Irak Kürtleri), bir bölümünü ortadan kaldırmaktı ve bunu uyguladı. Niyet ve eylem bir araya gelerek soykırım suçunun işlenmesi sonucunu verdi. Ve böylece, Ali Hasan al-Macit, kendisinin özel yeteneklerine ihtiyac duyulan başka görevlere gitmek üzere serbest kaldı- ilk önce, işgal edilen Kuveyt'in valisi olarak ve bundan sonra, 1993'de Irak'ın Savunma Bakanı olarak. Sayfa 3-20 Irak'ta Soykırım, Kürtlere karşı Anfal Kampanyası Ortadoğu İzleme Komitesi-İnsan hakları İzleme Komitesi'nin bir seksiyonu |