KURDISTAN DEMOKRAT PARTİSİ - XOYBUN KAMUOYUNA ! BiRLEŞiK BAĞIMSIZ KURDISTAN, ORTADOĞU’YA DEMOKRASi GETIRIR! ABD ve Ingiltere önderliğindeki koalisyon harekatinin Ortadoğu coğrafyasına yönelik “uluslararası ebedi özgürlük ve demokrasi” herekatinin birinci aşaması olan Irak dikta rejimini sona erdirme operasyonunun askeri bölümü başarıyla sonuçlandırılımış. Bugün için tüm dikkatler Irak’ın yeni bir anayasal düzen içinde “Demokratik ve Federal” bir sisteme kavuşturulması çalışmalarına yönelmıştır. Ancak, Irak’ın yeni anayasal sistemi ve Ortadoğu bölgesinin yeniden düzenlenmesi hususu, “ulusların kendi geleceklerini özgürce belirleme (self–determinetion) ilkesi ve azınlıkların hakları gözetilerek yapılmalıdır. Çünkü yeni dünye düzeni çerçevesinde, Ortadoğu’da değişim ve dönüşümün en belirgin yol haritası Kurdıstan, Israil ve Filistin sorunudur. Bu nedenle Ortadoğu coğrafyasında kalıcı ve istikrarlı bir düzenin sağlanabilmesi için, öncelikle bölge ülkelerinin bünyesinde odaklanan terör örgütlerinin kurutulması, anti demokratik rejimlerin demokratik bir yapıya dönüştürülmesi ve halkların özgürleştirilmesi sürecinin hızlandırılması ile mümkündür. Dolayısıyla koalisyon harekatinin ikinci aşaması, Ortadoğu coğrafyasını kapsamalıdır. Çünkü Irak’tan sonra Ortadoğu’nun sorunlu ülkelerinin başında, Türkiye, Iran ve Suriye devletleri gelmektedır. Bu ülkeler terör örgütlerinin odaklandığı ve dikta rejimlerinin en acımasızca uygulandığı devletlerdır. Örneğin: Iran radikal Islam ideolojisiyle fundamantalist bir dikta rejimine, Suriye ise mezhebsel bir azınlığa dayalı tek partili bir dikta rejimine sahip oldukları gerçeği saklanamaz durumdadır. Burada çarpıcı olduğu kadar aldatıcı bir görüntü sergileyen ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dır. Bilindiği gibi Balkan ve Ortadoğu coğrafyasında devletleşen Türk halkı, bu coğrafyanın asli unsuru olmayıp, göçmen ve işgalcı bir halktır. Türkiye’de militer güce dayalı devşirme bir birlik olan sanal bir ulus (Türk) devleti yaratılmak istenmektedir. Örneğin. 29.10.2000 tarihli Hürriyet Gazetesi yazarları Bekir Coskun’un “cumhuriyetimiz var demokrasimiz eksik” başlıklı makalesinde, ”demokrasimiz cumhuriyet için tehlike, cumhuriyetimiz ise demokrasimize engel” tanımınıyla, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde uygulanmakta olan çok partili demokrasi rejiminin evrensel hukuk ve demokrasi normlarına uygun olmayan, militarist güdümlü biçimsel bir demokrasi düzenini çarpıcı bir şekilde tarif etmiştir. Dolayısıyla Türkiye’nin yönetim biçimi ve işleyiş düzeni “Pan – Türkist” ideolojiyi benimsemiş, devletin temel kurumlarında örgütlenmiş olan asker–sivil karışımı “Kemalist Oligarşi” tarafından yönetilen bir dikta rejimidir. TC’nin bilinen bu niteliklerine rağmen Balkanlar’dan Ortadoğu’ya, Kafkasya’dan Çin Seddine kadar uzanan bir alanda egemen olma iddiasıyla, Osmanlı Imparatorluğunu canlandırmayı hedeflemektedır. Özellikle, SSCB’nin dağılmasından sonra bağımsızlaşan ‘Turani (Türki) Devletler’ nedeniyle Turan Imparatorluğu’nu gerçekleştirme isteği daha da kabarmıştır. Böylece TC’nin bölge ve dünya genelinde, SSCB’nin yerine yeni bir ’Güç/Çekim merkezi’ olmaya özel çaba harcadığı gözden kaçırılmamalıdır. Öte yandan, Türkiye başta olmak üzere tüm bölge ülkeleri Ortadoğu çemberi içinde Kurdıstan ulusal sorununu görmemezlikten gelerek, Ortadoğu barışını Filistin Devleti’nin kurulmasıyla sınırlı tutmak süretiyle anti demokratik rejimlerini gizleme ve kurtarma çabası içindeler. Oysa Ortadoğu’da barışa giden yol Türkiye, Iran, Irak ve Suriye arasında paylaşılan Kurdıstan coğrafyası’nın yeniden bütünleşerek “Birleşik Bağımsiz Kurdıstan Devleti”nin kurulmasından geçer. Çünkü Farklı ulusal kimliklere sahip halkların birlikteliği zorlamadır. Dini inançlarda müsterek olmak belli bir kesim için önemli olabilir ancak belirleyici bir unsur değildır. Kürt - Arap, Kürt -Türk, Kürt - Fars örneğinde olduğu gibi dini benzerliklere rağmen farklı ulusal kimliklere sahip halklar oldukları için bütünsellik sağlanamamıştır. Bu nedenle “Birleşik bağımsız Kurdıstan devleti”nin gerçekleşmesiyle bölgedeki anti demokratik rejimler yıkılır, yerine demokratik rejimler filizlenır. Israil – Filistin sorununun çözümüne katkı sağlanacağı gibi Israil’in güvenliği de sağlanmığ olur. Dolayısıyla, Türkiye’nin bölünmesi sonucu Türkiye –Yunanistan arasındaki Ege, Marmara, Tirakya, Anatolya ve Kibris sorunu çözülür. Türkiye’nin Balkan, Ortadoğu Kafkasya ve Orta Asya bölgelerine olan müdahalesi ve Büyük Turan hayali önlenmiş olur. Türkiye Cumhuriyti derin devlet erkinin Güney Kurdistan’a ilişkin, kırmızı hat olarak tanımladığı Misak-i Milli - Musul - Kerkük - Türkmen ve PKK/KADEK argümentlerini irdelemek gerekir. Bilindiği gibi Birinci Dünya Savaşı sürecinde günümüz Irak toprakları Kurumsal olarak Osmanlı Imparatorluğu’nun sömürgesi konumunda olup Bağdat, Basra ve Musul vilayetinden oluşuyordu. Musul vilayeti ise günümüz Güney Kurdıstan (Kuzey Irak) topraklarının tümünü kapsıyordu. Ancak, 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Anlaşmasından sonra, toplanması kararlaştırılan Paris Barış Konferansı sürecinde, Kemalist hareket tarafından 22 Haziran 1919’da kamuoyuna deklere edilen “Amasya Tamimi”nin bir bölümünde “Osmanlı Devleti’nin tasavur ve takabul edilen sınırlarının Türk ve Kürtlerin meskun olduğu araziyi ihtiva ettiği ve Kürtlerin Osmanlı camiasından ayrılmasının imkansızlığı izah edildikten sonra, bu hususun azgari bir talep olmak üzere temin edilmesi, müştereken kabul edildi. Bundan başka, Kürtlerin serbestçe gelişmelerini temin için irki ve içtimai hukukları aynen kabul edildi” denilmiştir. Öte yandan 23 Temmuz 1919’da Erzurum, 4 Eylül 1919’da Sivas Kongrelerinde Amasya Tamimi doğrultusunda ve “Islami Ideoloji” temelde, Türk-Kürt kardeşliği ve eşitliğine” ilişkin isteklerin Osmanlı Meclis-i Mebusanı tarafından karara bağlanmak üzere, parlamentonun toplanması istenmiştır. Bu istek üzerine Meclis-i Mebusan 12 Ocak 1920’de yeniden toplanmıştı. 28 0cak1920’deki gizli birleşimde bir grup Parlamenter tarafından önerilen Misak-i Milli metnini özetleyecek olursak; “Osmanlı Meclis-i Mebusan üyeleri barışa kavuşmak için su koşulları ileri sürer; Birinci Dünya Savaşı bitiminde imzalanan Ateşkes Anlaşmasının çizdiği sınırlar içinde din, irk ve asilca birlik (Kürt -Türk) oluşturan vatandaşların oturduğu yerler hiçbir biçimde yurttan kopartılamaz. Osmanlı Saltanatının ve Halifeliğin merkezi Istanbul’un güvenlik içinde bulunması koşulu ile boğazlar açılabılır. Daha önce bizden ayrılan Batı Trakya ile Ateşkes sınırları dışında tutulmak istenen Kars, Ardahan ve Batum’da halkoyuna başvurulması gerektir. Osmanlı Devletin’deki Arapların çoğunlukta oldugu yerlerde de halk oyuna başvurulmalıdır. Bağımsızlığımızı sınırlayacak siyasal, ekonomik hiçbir antlaşma kabul edilemez. Bunlar kabul edilmezse barış yapmak imkansızdır” önergesi kabul edilmişti. Ancak Misak-i Milli, uluslararası bir anlaşma olmayıp bir parlamento kararıdır. Bu karar Sevır Barış Antlaşması sürecinde Kemalist hareket tarafından, Meclis-i Mebusan’a sunulmuş bir metnidır. Misak-i Milli, Meclis-i Mebusan açısından Osmanlı Devletini, Padişahını ve halifesini kurtarmak anlamında bir and olarak allgılanmıştır. Dolayısıyla uluslararası anlamda hiçbir bağlayıcı niteliği yoktur. Ayrıca, Osmanlı Imparatorluğu’nda “Kuvvetler Birliği Sistemi” vardı. Egemenlik kayıtsız şartsız Padişah’a ait idi. Padişah Yasama, Yürütme ve Yargı gücüne sahip idi. Her üç gücün üstünde olan Padişah, parlamentonun da üstünde idi. Bu nedenle de Meclisi Mebusan 11.04.1920’de Padişah tarafından dağıtılmış ve hukuki varlığı sona erdirilmiştır. Hukuki varlığı sona erdirilmiş olan bir parlamento’nun kararını geçerli saymak abesle iştigaldır. Öte yandan 22 Temmuz 1920 de Osmanlı Imparatorlugu’nun ileri gelenlerinden oluşan “Saltanat Surasi Yüksek Kurulu” Padişh başkanlığında toplanmış. Kurulda, Sevr Barış Antlaşması’nın imzalaması ve “Türk olmayan topraklar üzerindekı Osmanlı egemenliğinden vazgeçildiği kararı alınmıştır. Bu karar gereği Paris’e giden Osmanlı heyyeti tarafından 10 Agustos 1920’de Sevr Barış Antlasması imzalanmış ve yürürlüye girmiştır. Öte yandan Lozan Barış Konferansı’nın, 23.01.1923 tarihli oturumunda, Ingiltere temsilcisi ve Konferans Başkanı Lord Curzon ile Osmanlı/Türkiye heyeti başkanı Ismet Paşa arasında geçen Musul sorunu ile ilgili bir tartışmada Ismet Paşa, “Musul ve Kerkük nüfusunun çoğunluğunu Türklerle Kürtler oluşturuyor. Kurulan devlet (Türkiye), iki halkın devleti olduğuna göre, Musul vilayeti, Türkiye sınırları içinde olmalıdır... Inönü sözlerini şöyle sürdürmüş.Yezidiler Kürttür, gelenek ve görenekleri Kürtlerinki gibidir, aralarında yalınızca mezhep farkı vardır. Onun için onları ayrı tutmak doğru olmaz. Nasıl aynı ulusun bireylerinin kimisi Katolik, kimisi de protestan olduğu için ayrı soydan saymak doğru olmazsa; Yezidilerle Kürtleri de birbirinden ayrı tutmak haksızlık etmek olur.” Bu oturumda, Türkiye ve Ingiltere heyetleri tarafından hazırlamış ve konferansa sunulmuş olan istatistiki bilgilere göre, Musul Ayaletinin nüfus dağılımı ve oranlarına bakalım. Osmanlı/Türkiye heyetinin Milliyetlere gör savunulan nüfus dağılımı ve oranları: Musul Vilayeti: 263.830 nüfus ile %52 Kürt, 146.960 nüfus ile %28 Türk, 43.000 nüfus ile %8 Arap, 18.000 nüfüs ile Yezidi. 31.000 nüfusu ile Gayri Müslüm. Toplam nüfus: 503.000. Ingiltere heyetinin Milliyetlere göre savunulan nüfus dağılımı ve oranları: Musul Vilayeti: 473.720 nüfusu ile %55 Kürt, 188.663 nüfusu ile %23 Arap, 65.895 nüfusu ile %8 Türk’tır. 58.125 nüfusu ile Hiristiyan, 16.665 nüfusu ile Yahudi. Toplam Nufus: 803.068. Görüldüğü gibi her iki tarafın verdiği rakamlara bakıldığında, Kürt halkı açısından sonucu etkileyecek önemli bir fark yoktur. Her iki durumda da Kürt nüfusu yarıdan fazlasını oluşturuyor. Ayrıca, Yezidiler de eklenecek olursa, Kürt halkının nüfusu ve oranı daha da yükselmiş olacaktır. Öte yandan Yezidiler, Zerdeşt dini inancina mensup olup, Islam dini ile hiçbir benzerliği olmamasına karşın, Sevr ve Lozan Barış Anlaşmaları’nda; Kürt halkının dini ayrıcalıklı bir unsuru sayıldıkları için, dini Azınlık sayılmamışlar. Dolayısıyla, diğer hırıstiyan azınlıkların elde ettiği ayrıcalıklardan da yararlanamadılar. Türkmenler, ister Irak genelinde ister Güney Kurdıstan özelinde, Selçuklular ya da Osmanlı devleti dönemide sonradan yerleştirilmiş göçmen bir topluluktur. Yani Türkler gibi Türkmenler de bölgenin asli unsuru değildır. Dolayısıyla TC derin devlet yönetimi, Türkmenler ya da bir başka gerekçeyle de olsa hangi uluslarası hukuk normlarına göre Musul ve Kerkük illerini, Misak-i Milli sınırları içinde görmektedir. Askeri gücüne dayanarak mı? Burada çarpıcı olan Kemalist zihniyete bakın; Kürt ve Türklerin meskun olduğu yerleri Misak-i Milli sınırları olarak kabul edeceksiniz, ancak egemenliğinizi kurduktan sonra da Kürt halkını yok farzedeceksiniz. Yer yüzünde Türkiye’nin dışında böyle bir devlet ve böylesi ırkçı, faşist bir dikta rejimine rastlamak mümkün değildir. PKK/KADEK ise; görüntüde Abdullah Öcalan öncülüğünde Apo'cu bir grupçuk olarak ortaya salınan ve bir süre sonra da Kürt kimlikli, Marxist-Leninist söylemli Kurdıstan Işçi Partisi (PKK) adıyla 27 Aralık 1978’de resmen kurulduğu duyurulmuştu. Örgüt “Birleşik Bağımsız Kurdıstan” proğramlı ve Kürt kimlikli olmasına karşın ilk sitratejik silahli saldırı eylemlerini Kürt ulusal nitelikli örgüt, aydın ve yerel siyasi kesime yöneltmek süretiyle kamuoyunun dikkatleri bu örgüte çekilmişti. Ancak, 12 Eylül 1980 sabahı Türkiye yönetimine el koyan Türk Silahli Kuvvetleri, ülke genelinde Sıkıyönetim ilan etmiş, siyasi partiler ile parlamento fesh edilmiştir. Faşizan düzenleme ve ugulamalar sonucu Kürt – Türk tüm illegal örgütler tasfiye edilmiş. Anarşinin durduğu ve her tarafın süt liman olduğu bir dönemde, PKK, Kurdıstan Ulusal Özgürlük Savaşı başlattığı savıyla, 15 Ağustos 1984’te Gerilla eylemini başlatmıştır. Oysa, gerilla savaşının öngördüğü taktik ve stratejik savaş kuralları gereği PKK silahli güçlerini ülke genelinde ve Kurdıstan özelinde Türkiye’nin Ekonomik ve Stratejik noktalarına yöneltilmesi gerekirken, TC Derin Devlet Yönetiminin Kurdıstan’a yönelik stratejik planlarını hayata geçirme işlevini üstlenmiştir. Örneğin: Kuzey Kurdistan’da ulusal nitelikli Kürt ulusal parti, örgüt, aydın ve yurtsever şahsiyetlere, karşı pervasızca savaş açmıştır. Diğer yandan Kürt ulusal nitelikli Aşiret ve önderlerine saldirmak süretiyle de, birçok Aşiret’in, TC yanlısı Köy Koruyuculuğu statüsüne girmelerine yardımcı olunmuştur. TC, Kurdıstan coğrafyasını denetleyebilmek üzere hazırladığı Köy-Kent projesini hayata geçirebilmek için, 5000 cıvarında Ulusal nitelikli Kürt ve Hırıstiyan halkın yaşadığı köyler bosaltılmış, 10 Milyon Kürt insanı asimile edilmek üzere metropol kentlere göçertılmıştır. Kurdıstan’da eğitim öğretim durdurulmuş Kürt çocuklarının öğrenim yapmaları engellemıştır. Kürt Gerilla unsurunun ulusal duyguları istismar edilerek ve gerilla savaşı kurallarına aykırı bir şekilde stratejik, siyasal ve askeri açıdan yanlış yönlendirilmeleri sonucu düzenli orduya karşı savaştırılmak süretiyle çatışmalarda onbinlerce ulusal ve yurtsever genç telef olmuştur. Binlerce yurtsever aydın ve siyaset adamı faili belli/meçhul cinayetlerle ortadan kaldırılmasına, onbinlerce yurtsever insanın hapishanelerde çürütülmesine zemin hazırlanmıştır. Böylece, Kürt halkının en dinamik kesimi işkence ve ölüme sürüklenmıştır. Öte yandan Güney Kurdıstan ulusal parti yöneticilerine, Pêşmerge güçlerine saldırmak süretiyle de Güney Kurdıstan’da istikrarsızlık ortamı yaratmıştır. TC, PKK/KADEK eylemlerini bahane edilerek, Irak diktatörü Saddam Hüseyin iktidarıyla varılan sıcak takip anlaşması gereği, Güney Kürdıstan’a havadan ve karadan saldırılarını Imralı sürecine dek sürdürmüştır. Uluslaraarası Çekiç Güçün koruması altında olan Kuzey Irak Kurd Federe Devleti topraklarına TC Türk Silahlı Kuvvetlerinin girmesini ve Irak diktatörü Saddam Hüseyin rejimi adına konuşlanmasına çanak tutmuştur. Böylece, TC Türk Silahlı Kuvvetlerinin kurdıstanı fethetme koşulları yaratılmıştı. Ancak, birinci körfez savaşı, TC’nin Avrupa Biliğine üyelik için müracaatı ve ABD’nin 20 Mart 2003 tarihli Irak müdahalesi bu süreci durdurmuştur. 1997’nin sonlarında Irak krizinin ikinci kez alevlendiği bir sırada 27.12.1997’de Doğan Tuncay’ın sunduğu, Yalçin Küçük’ün konuk olduğu MED-TV canlı yayın paneline, Suriye başkentı Şam’dan telefon bağlantısıyla katılan Apo, Kemalistlere olan çağrıyı özet olarak anımsamak gerekir. Okuyalım; ”Barzani, Talabani güçleri birkaç PKK’lı öldürsünler diye Kürt Devleti’ne ebelik yapmak Kemalizmin temel ilkelerine aykırı değilmidir? Kemalistler tehlikeli oynuyor! PKK kalksa bile Kürt sorunu daha güçlü bir konumda başka bir örgüt tarafından götürlebilir. Amerika, Rusya ve Almanya gibi devletler Kürt partileri kuracaklar, benim bitmem tehlikeli olur! Barzani Kürt oluşumunu ortaya çıkarıyorsunuz! Bu Kürd’ü geliştirme politikası oluyor! Türkiye nereye gidiyor, devlet kuruluyor! Kemalistler uyansın ben Türkiyeliğim, buna gönlüm razı olmaz! PKK bir Türkiye partisi olduğunu göstereceğiz. Kemalistler uyansın istiyorum...” diyordu. Bu çağrıyı yaparken adeta ağzından salya akıyordu. Ister Kamalistlerin diplomatik girişimleri ister bir başka nedenle olsun, Irak için o yıl kaçınılmaz olan bu günkü sonuç, 2003 yılına ertelenmiş oldu. PKK/KADEK Başkanlık Konseyi Üyesi Murat Karasu, 26 Ocak 2003 tarihli Özgür Politika Gazetesinde yayınlanan demecınde; “örgütsel ve askeri dışındaki tüm çalışmalarımız şeffaftır. Türke en yakın Kürd, başkan Apo’dır. En yakın siyasi güç de KADEK’tır. Böyle olmaktan da yalınızca gurur duyuyoruz. Biz kendimizi Türkiye emekçilerinin ve demokrasi güçlerinin kopmaz parçası olarak görüyoruz. Başkan Apo, kendisini Imrali’da esir eden uluslararası komployu, aynı zamanda Türkiye’ye karşı yapılmış bir komplo olarak değerlendırmış. Bölge halkları için de, tuzak olan Kürt kapanı’nı demokratik özgür birlik çizgisiyle kırma sitratejisine yönelmiştır. Bütün siyasi tarihimiz ve mücadelemiz bölge halklarının hareketimize güven duymasını sağlamıştır” diyor.Doğrudur, Apo değilmiydi; 16.02.1999 günü Kenya’da ABD ve Israil tarafından paketlenerek TC derin devlet yönetiminin eteğine bırakıldığında uçakta ilk gözü açıldığında, “Türkiye’ye dönünce fırsat verirseniz hizmet ederım. Daha üst düzeyden tayin edebilirler, hizmete seve seve varım” dememış mıydı? Demek ki PKK/KADEK’nin işlevi bitmemiş olacak ki Apo üst düzeydeki yeni görevine paketlendiği gün atanmıştı. Dolayısıyla PKK/KADEK’in dikta rejimlerinin emrinde bir Kontur-Gerilla örgütü olduğunu bir kez daha teyid edilmiştır. Apo’nun ABD ve Israil tarafından paketlenerek TC derin devleti yönetiminin eteğine bırakıldığı gün, Kurdıstan paylaşımcı devletlerının oyunu bozulmuştur. Bu nedenle Partimiz, ABD ve Israil devletlerine şükranlarını iletiyor. Öte yandan ABD -Ingiltere koalisyonunun, Irak’a yönelik ebedi özgürlük ve demokrasi harekatına karşı PKK/KADEK ve yan kuruluşları olan legal - illegal örgütlerce düzenlenen mitinglerde ya da katıldıkları her platformda; “Irak müdahalesine karşıyız. Kürt Ulusal ayrılıkçılığa hayır. Ortadoğu ülkelerinin üniter devlet yapısı korunmalıdır. Bölge sınırları değıştirilmemelidır. Demokratik Cumhuriyet projesi, Kürtlerin proğramıdır. Misak-i Milli hem Türklerin hem de Kürtlerin yeminli toprak parçasıdır” gibi sıloganlarla Kürtlerin gözünün içine baka baka, bağımsız Kurdıstan devletine karşı olduklarını haykırdılar. Elbette bu zihneyet Kürt olamaz. Olsa olsa Kürt halkını tutsak etmek isteyen, Türk faşistlerinin zihniyetidir. PKK/KADEK’li Imralı mukimi A.Öcalan (Apo), 30 Nisan 2003’te TC’nin usak ve ulak Avukatlarıyla yaptığı görüşmenın kamuoyuna yansıtılan açıklamasında;” Barzani, Talabani ve Kürt devletinden ben sorumlu değilim. Bu Türk halkına da bir komplodur. Bu büyük bir oyundur. Bu oyun Türkiye halkının özgürlüğüne de karşı bir oyundur…” Dikkat! 2003’te Imralı Adasından da, ağzından salya akıyor. PKK/KADEK örgütünün kuruluş biçimine, görünürdeki lider ve yönetim kadrosunun yazılı ve görsel medya organlarına yansıyan söylem, demeç ve eylemlerıne bakıldığında, TC’nin Kürt halkına yönelik siyasal stratejisi olan; “Tedip ve Tenkil” (yola getirme ve göçertme) süretiyle soykırım ve asimilasyon’ sürecini hızlandırmanın yanısıra, Türkiye’de ’istikrarlı ve kemalist rejime entegre olmaya hazır itaatkar Kemalist Kürt bireyler yaratılmak üzere; ‘Türk Silahlı Kuvvetleri Özel Harb Dairesi komutanlığı ile MIT ve JITEM’ tarafından kurulan, yönetilen ve yönlendirilen bir örgüt olduğu gerçeğinin gizlenecek bir yanı kalmamıştır. PKK/KADEK’in kuruluş ideolojisini yansıtan bu zihniyet, elbette bir kürt partisi değildır. Siyasi bir komplo sonucu Kürt halkına dışarıdan monte edilmiş yabancı bir örgüttür. Dolayısıyla, Osmanlı devleti’nin son iktidarı olan Ittihat ve Teraki Partisi ve Türkiye Kemalist iktidarını oluşturan derin devlet yönetimi’nin, Balkanlar’dan, Ortadoğu’ya Ortadoğu’dan Çin seddi’ne kadar olan alanda egemen olma ideolojisine hizmet amacıyla TC derin devlet yönetimi tarafından kurulmuş bir örgüttür. Bu nedenle diyoruz ki; A.Öcalan (Apo), Kürt postuna bürünmüş bir bozkurt. PKK/KADEK ise, Kurdistan Kuvvai Milliyesi olan bir Türk Mukavemet Teskilati’dır. Dolayısıyla, PKK/KADEK terör örgütünün Kürt kimlikli, Kürt yoğunluklu ve de arkasından onbinleri yürütüyor olması bu gerçeği değiştirmez. Bütün bu olumsuz gelişmelere rağmen “Ulusal ya da ideolojik içerikli örgütlenmelerde, kamuoyuna yansıtılan ideolojinin doğrultusunda hedeflenen kitle içinden katılımlarla yaygınlaşan ve kitleselleşen örgütlerin tabanında denetim dışı unsurların, katılm ideolojileri doğrultusunda sömürgeci devlet veya kurulu düzene karşı demokratik ya da silahlı mücadele içinde bulunmaları kaçinilmazdır. Denetim dışı olan bu unsurların örgütün yönetim erkinde karar sahibi olmadıkları için örgütü yönlendirmeleri ve örgütün stratejik politik hedeflerini bilmeleri sözkonusu değildir. Bu nedenle PKK/KADEK tabanında görülen yurtseverlik bu temel kuralın kaçinilmaz bir sonucudur. Dolayısıyla denetim dışı unsurların suçlanması sözkonusu değıl, kazanılmaları gerekir. Çünkü, her Kürt aileden bir ya da birden çok evladı, yakını şehit olmuş veya dağda gerilla içinde ya da zindanda tutuklu ya da köyü, evi başına yıkılmış olup, TC’nin metrepol kentlerinin yanısıra Avrupa ülkelerinde göçmen konumuna düşürülmüştür. Bu kesimlerin taraf değistirebilmesi için Kuzey Kurdıstan’da Kürt ulusal kurtuluş mücadelesini kucaklayabilecek alternatif ulusal bir Kürt partisine ihtiyaç vardır. Ancak, PKK/KADEK yönetim erkinin bütün bu ihanetlerine rağmen örgütün ve yan kuruluşlarının alt yönetim birimlerinde görev üstlenmiş olup, günümüze dek görevini bilinçli bir şekilde sürdürmekte olan bu kadroların, PKK/KADEK yönetim erkiyle eş düzeyde ulusal birer hain ilan edileceklerinin bilinmesini de isteriz. Son günlerde PKK/KADEK’in silahsızlandırılması konusunda, ABD ile TC arasında çok ilginç yeni gelişmeler var. ABD, TC derin devlet yönetimine PKK/KADEK ile ilgili basına yansıyan mesaji yorumlanacak olursa, adamlarını çek yoksa imha ederiz ya da silahsızlandırıp Irak vatandaşı olmalarını sağlarız. Bu nedenle TC derin devlet yönetimi, pür telaş içinde PKK/KADEK kadrolarını kurtarmak ve Türkiye’ye taşıyabilmek için ”Genel Af ile karışık yeni bir Pişmanlık Yasası” çıkarma telaşı içindir. MIT bile bu yasanın biran evvel çıkarılması için devreye girmiştir. Partimiz; PKK/KADEK’in silahsızlandırılmasına ilişkin, ABD politikasını desteklemektedir. Mayıs - 2003 KDP - XOYBUN http://www.xoybun.com http://www.pdk-xoybun.com |